SELÇUKLUDA MİMARİ
Türklerin Orta Asya içlerinde tarih sahnesine çıkıŞları ile
baŞlayan süreç, X. yüzyılda İslamiyet‟i kabul etmeleri sonrası kurulan ilk
Müslüman Türk Devletleri ve XI. yüzyıl ortasında Oğuz Türklerinin İran‟da Büyük
Selçuklu Devleti‟ni kurmaları ile devam eder. Yine aynı yüzyılda, daha elveriŞli
yaŞam olanakları aramak üzere çeŞitli kollardan batıya açılan Selçuklular, bu
bağlamda Anadolu‟ya da keŞif nitelikli akınlar yônlendirmiŞler ve bu akınları
izleyen 1071 Malazgirt Zaferi‟nden sonra da büyük kitleler halinde, kalıcı bir
yurt tutmak üzere Anadolu‟ya gôç etmiŞlerdir.
XI. yüzyıl sonlarında, Anadolu‟da n
Beylikler olarak tanımlayabileceğimiz DaniŞmend
(1095-1175), Mengücek (1071-1252), Saltuklu
(1080-1201), Artuklu (1098-1407) Beylikleri ile Konya ve çevresinde kurulan
Selçuklu Beyliği (1071-1308) ile baŞlayan politik çeŞitlilik, XII. ve XIII.
yüzyıllarda Selçuklu Beyliği‟nin, Artuklular dıŞındaki beylikleri kendi
idareleri altında toplayarak Konya merkez olmak üzere Selçuklu Devleti‟ni kurmuŞlardır.1
Anadolu birliğini tamamlamak üzere savaŞ ve politik iliŞkilerle hareketlenen bu
dônemin kültür açısından da bir “sentezin” baŞlangıcı olduğu ve sentezin
zamanımıza ulaŞan en belirgin, en yoğun kanıtlarının belki de mimarlık alanında
vurgulandığı sôylenebilir.2 Mimaride Şekillenen sentezi tanımlarken bir
taraftan Türklerin Anadolu‟ya gelmeden ônce bulundukları kültür ortamından
beslenen bir “süreklilik”, diğer taraftan yeni coğrafi çevrenin olanaklarına ve
koŞullarına uyum sağlama arayıŞlarının doğal sonucu olarak Anadolu‟nun yerli
kültürleri ile yoğrularak Şekillenen bir “değiŞim”den sôz etmek olasıdır. Bu
yazıda bu iki zıt kavramın yani birlik ve bütünlüğü getiren süreklilik ile çeŞitliliği
getiren değiŞimin, genelde ve malzeme ôzelinde nasıl bir gôrüntü verdikleri
irdelenmektedir.
Konuya, genel çerçevesi içerisinde bakıldığı zaman,
Anadolu‟nun fethinin arkasından yoğun bir yapılaŞmanın geldiği gôrülmektedir. n Beylikler dôneminde baŞlayan ve Anadolu Selçuklu
Devleti dôneminde sürdürülen düzenlemelerin
ve yeni inŞaatların baŞında, eski kentlerin yeni gelenlerin gereksinimlerine
uygun olarak yenilenmesi gelmektedir. rneğin, ilk çağlardan
baŞlayarak bir yerleŞme
alanı olan Konya‟da
yeni bir kültürün merkezi olmanın
gerektirdiği değiŞiklikler yapılırken, yakın çevresinde AkŞehir ve BeyŞehir gibi yeni kentler
de kurulmuŞtur. Bu etkinlikler çerçevesinde ayakta duran kale ve sur duvarları
onarılmıŞ veya geniŞletilmiŞ; yine ayakta duran yapı stoku, ilk aŞamada gerekli
iŞlevlerde kullanılmak üzere uyarlanmıŞtır. rneğin, kilise ve benzeri dini iŞlevli
yapıların yôn değiŞikliği ile cami ve mescit olarak yeniden iŞlevlendirildikleri,
günümüze kadar gelen ôrneklerle
saptanabilmektedir. Ancak, XII. yüzyılın ortalarından
baŞlamak üzere
ve kuŞkusuz bir yapılaŞma programı çerçevesinde dini iŞlevli cami ve mescitler; anı
yapıları olan türbe ve kümbetler; eğitim yapıları olan medreseler; sosyal
içerikli Şifahane ve hamamlar; dini ve sosyal amaçlı hankah ve zaviyeler;
sultanlar ve yôneticiler için de saray ve kôŞklerin inŞaatına baŞlandığı ve bu
inŞaatların XIII. yüzyılın ikinci yarısına kadar yoğun ve hızlı, yüzyılın son
çeyreğine doğru da yavaŞlayarak ve azalarak devam ettiği gôrülebilmektedir.
1240
Bunlara ek olarak, Anadolu‟dan geçen, ancak Bizans İmparatorluğu‟nun
son zamanlarında bakımsızlık ve savaŞlar nedeniyle bozulmuŞ olan kervan
yollarının onarılması, yeni kurulan, sahil bôlgelerinde yeni alınan kentlere
ulaŞabilmek üzere, bu kervan yollarına uzantıların eklenmesi, yapılaŞma
programının parçalarıdır. Kervan trafiğinin yeniden canlandırılması amacıyla
yapılan düzenlemeler çerçevesinde kôprüler kurulmuŞ, bu yollarda seyahat edecek
tüccarların ve yolcuların güvenli konaklamaları için han ve kervansaraylar inŞa
edilmiŞtir. Bunların büyük bôlümü, Anadolu‟ya gelenlerin İslam kültürü ile ŞekillenmiŞ
yaŞam biçimleri ve alıŞkanlıklarının gereği olan dini ve sosyal kurumların daha
ônce geliŞtirdikleri, dolayısıyla iŞlev açısından süreklilik gôsteren yapı
türleridir. Ancak, iŞlevdeki sürekliliğin her zaman biçime yansımadığı ve
Anadolu‟da cami ve medrese gibi gelenekselleŞmiŞ yapı türlerinde dahi, sentezin
parçası olarak, biçime yansıyan çeŞitlemeler gôrülebilmektedir ki bunları değiŞimin
ôncüleri olarak gôrmek olasıdır.
Konuya malzeme açısından bakıldığı zaman, bu yapı türlerinin
ortaya çıkmalarını sağlayan yapı malzemelerinde yalnız çeŞitlilik değil zaman
içerisinde bir değiŞim de izlenmektedir. Kısaca “tuğladan taŞa” geçiŞ olarak
tanımlanabilecek olan değiŞim, Türklerin Anadolu‟ya gelmeden ônce bulundukları
kültür çevrelerinde mimari anlatımın baŞta gelen yapı malzemesi olan tuğlanın
Anadolu‟da ônceliğini kaybederek ikinci derecede bir yapı malzemesine dônüŞmesi
ve yerini taŞın almasıdır. nceki
uygulamaların aksine tuğlanın Anadolu‟da,
zorunluluktan çok bir seçim
sonucu kullanılıyor olması ise malzemenin bütün olanaklarının denendiği bir çeŞitlilik
sunmaktadır.
Yapı malzemelerindeki bu değiŞimin nedenleri arasında en baŞta,
belirli bir hazırlık dônemi ve ôzel üretim koŞulları gerektiren tuğlaya karŞın
Anadolu‟nun jeolojik çevresinde iyi kalite yapı taŞının bolluğu nedeniyle bu
malzemenin ôn çağlardan baŞlayarak bazen kerpiç ve tuğla ile birlikte, bazen
de, ôzellikle belirli yôrelerin ve belirli dônemlerin mimarisinde tek baŞına
yoğun Şekilde kullanılıyor olması gelir. Birinci olasılık için atalhôyük
yerleŞmesi, ikincisi için
de Boğazkôy,
Alacahôyük ve AliŞar gibi Hitit yerleŞmelerinden
sôz edilebilir. TaŞın
yapı malzemesi olarak ôncelik
kazanmasının diğer nedenleri arasında, taŞ yapı geleneğinin
iklim koŞullarına
daha uygun olması, yapı taŞlarının, inŞaat alanlarına yakın taŞ ocaklarından
kolaylıkla taŞınabiliyor olması, Anadolu‟nun ôn kültürlerine ait yapılardan
alınan yapı taŞları ve mermerlerin hazır malzeme olarak tekrar kullanılabilmesi
ve bu yeni yapı geleneğinin Anadolu‟ya gôç eden mimar, usta ve sanatçıların
yanı sıra Anadolu‟nun yerli kültürü ile geliŞmiŞ mimar, usta ve sanatçıların
katkıları ile beslenmesi sayılabilir.
Gelenek
Yapı malzemesi olarak tuğlanın tarih içerisindeki yerini
gôrebilmek üzere geriye doğru bir bakılacak olursa, ilk çağlardan baŞlayarak
Anadolu‟nun kendi bünyesinde ve yakın çevresinde ônce kerpiç, sonra da
tuğlanın, bazen tek baŞına ancak çoğunlukla taŞ ile birlikte kullanımının,
yaygın ve gelenekselleŞmiŞ olduğu gôrülebilmektedir. Elle ya da kalıpla
biçimlendirilen kerpiç birimlerinin duvar ôrgülerinde yanyana ve üst üste
sıralanırken, aralarında bağlayıcı olarak çamur harç kullanılmasına ve
sağlamlık amacıyla yüzeylerinin kalın bir çamur sıva tabakası ile ôrtülmesine
ôrnekler, Neolitik dônem Anadolu yerleŞmeleri yanı sıra Kuzey Mezopotamya ve
Orta İran bôlgelerinde de kazılarda ortaya çıkarılmıŞtır.3
Yine ôn çağlardan baŞlayarak, M.S. X. yüzyıla kadar, tuğla
duvarlar, yüzey kaplama malzemeleri ile ôrtülmüŞ, deta
arkalarına gizlenmiŞtir.4
Bu yüzey kaplama malzemeleri, farklı kültür 1241
çevrelerinde, farklı dônemlerde ve farklı yapı türlerinde
dokuma, duvar resmi, sırlı tuğla, çini, alçı, mozaik ve mermer gibi çeŞitlilik
gôstermektedir. rneğin,
atalhôyük yerleŞmesindeki konutlarda, kerpiç
duvarların iç yüzeyleri, dokuma ve duvar resimleri ile, Roma mimarisinde tuğla
duvar yüzeyleri mermer, Bizans mimarisinde mozaik, doğuda Mezopotamya‟daki
erken dônemler mimarisinde sırlı tuğla, Emevi mimarisinde alçı ve mozaik, Büyük
Selçuklu mimarisinde ise sırlı tuğla ve çini birimlerle kaplanarak taŞıyıcı
kerpiç veya tuğla duvarı ôrtmek yanı sıra süsleme olanakları yaratan bir yüzey
oluŞturdukları gôrülebilmektedir.
X. yüzyıla kadar tuğla, salt yapısal amaçlarla kullanılmıŞ
ve malzemenin renk ve süsleme olanaklarından yararlanılmamıŞtır. Buna karŞılık
X. yüzyıl sürecinde Horasan, Türkistan ve Gazne‟de giderek yaygınlaŞan tuğla
kullanımında, malzemenin yapısal olanaklarının yanı sıra süsleme olanaklarından
da yararlanılmaya baŞlandığı ve ônceleri kalın sıva tabakası altına gizlenen bu
tür yüzeylerin giderek açık bırakıldıkları izlenmektedir. X. yüzyılda, tuğla
malzemenin ône çıkması Şeklinde ôzetlenebilecek bu tür uygulamalara da “çıplak
tuğla” üslubu denilmektedir.5 Bu uygulamaların en erken hangi kültür çevresinde
denendiği ya da ortaya çıktığı kesin olarak saptanamamıŞtır. Ancak, tuğlanın
yapısal kullanımı sıra
sında gôrsel niteliklerinin de fark edilerek hem yapı hem
süsleme malzemesi olarak değerlendirilmesine tanıklık edebilecek ilk yapının
907 yılında Buhara‟da inŞa edilen İsmail Samani Türbesi olduğu da sôylenir.6 X.
yüzyıldan ayakta kalan bu tek yapının dıŞ ve iç bünyesinde, tuğlaların farklı
istifi ile Şekillendirilen ôrgü çeŞitlemelerinde farklı mimari elemanların
biçimlerine uyum arayıŞı ağırlık kazanmaktadır. İlk kez bu yapıda, çıplak tuğla
yüzeylere ôncelik verilmesi yanı sıra bu yüzeyler, baŞka bir malzeme altına da
gizlenmemiŞtir. Dolayısıyla, bu dônemde Kuzey Irak ve Semerkant‟ta hüküm süren
Samanoğulları Devleti‟nin tuğla yapı geleneğinin yaratılmasında ôncülük ettiği
gôrüŞü benimsenmiŞtir. Benzer bir tuğla kullanımı, 977-978 yılları arasında
Semerkant yakınında, Tim‟de inŞa edilen Arap Ata Türbesi‟nde ortaya çıkmakta ve
burada ôn cepheye uygulanan tuğla ôrgü türlerinin çeŞitliliği geliŞmiŞ bir
tuğla iŞçiliğine iŞaret etmektedir.7
rneklerin kısıtlılığı nedeniyle,
tuğlanın hem yapı hem süsleme malzemesi olarak kullanımının X. yüzyıl sürecinde
yalnız Horasan bôlgesine ôzgü kaldığı düŞünülürken, yüzyılın sonlarından baŞlamak
üzere ve ôzellikle XI. yüzyıl içerisinde çıplak tuğla üslubunun benimsendiği
yapı sayısında bir artıŞın yanı sıra bu yapıların farklı bôlgelere de
yayıldıkları izlenebilmektedir. Karahanlılar, 999 yılında Türkistan‟da
Samanoğlu Devleti‟ne son verdikten sonra Türkistan, Horasan ve Gazne‟de tuğla
yapı geleneğini sürdürmüŞlerdir. Hatta, Karahanlıların da Samanoğlu
Türbesi‟ndeki tuğla iŞçiliğinden etkilenerek, kerpiç kullanımını bıraktıkları
ve çıplak tuğlaya ôncelik verdikleri ileri sürülmüŞtür. Hazara‟da IX. ve X.
yüzyıllara tarihlenen Deggaron Camii, Buhara-Semerkant yolu üzerinde 1078‟de inŞa
edilen Rıbat-ı Mali Kervansarayı, yine Buhara‟da Maghak-ı Attari Camisi; zkent‟te 1012 tarihli Nasr bin Ali,
1152 tarihli Celalettin Hüseyin ve 1186 tarihli Güney Türbe olarak tanınan anı yapıları ile XI. ve XII. yüzyıllar arasına tarihlenen
Tirmiz‟deki Saray‟da, tuğla, artık esas yapı malzemesi haline gelmekte ve
ôzellikle cephe düzenlemelerinde yapım sürecinde malzemenin tüm süsleme
olanaklarından da yararlanıldığı gôzlemlenmektedir. Bu yapılar kümesine, XI.
yüzyıla tarihlenen Burana ve zkent
minareleri, 1032 tarihli Tirmiz minaresi, XII. yüzyıldan Tirmiz yakınında 1108 tarihli 1242
Car Kurgan, Buhara‟da 1127 tarihli Vabkent ve yüzyılın
sonlarına tarihlenen Firuzabad minareleri eklenebilir.8
Gazneliler Dônemi‟nde, kerpiç inŞaattan tuğlaya geçiŞi ve
tuğlanın süsleme olanaklarından yararlanılmasını simgeleyen anıtsal yapı XI.
yüzyıla tarihlenen LeŞker-i Bazar Sarayı‟dır. Temelleri tuğla, duvarları kerpiçten
inŞa edilen yapının kabul ve tôren salonlarının iç mekanlarında, duvarların üst
kısımlarında kerpiç üzerine süslü tuğla ôrgüler kaplanmıŞtır. Gazne yôresinde,
Tus Valisi Arslan Cazip tarafından, 997-1028 yılları arasında, Sangbast‟ta
yaptırılan türbe ve minare, Sultan Mahmut ve Sultan Mesut tarafından
yaptırılan, birincisi 1098-1115, ikincisi 1117-1149 yılları arasına tarihlenen
kuleler ile 1108 tarihli Devletabad minaresinde tuğlaların farklı istiflerine
ve farklı kaydırma düzenlerine dayanan ôrgü çeŞitlemeleri uygulanmıŞtır.9
Gazne yapılarında tuğla kullanımının yoğunlaŞması Sultan
Mahmud‟un seçimi ve Gazne‟de oluŞturduğu kültür merkezinin ôncelikleri arasında
değerlendirilirken, Orta İran bôlgesinde aynı seçim, Vezir Nizamülmülk ile
bağdaŞtırılmakta ve bu bôlgede tuğlanın birinci derecede bir yapı malzemesi
olarak benimsenmesinin bir zorunluluk olmadığı halde, malzemenin yaygın
kullanımında XI. yüzyıl süresince, yônetim ve eğitime düzen getirmek üzere
yaptığı katkılar yanı sıra yapı etkinliklerini de destekliyen Nizamülmülk‟ün
katkıları olduğu savunulmaktadır.10
Büyük Selçuklular Dônemi‟nde Orta İran bôlgesinde giderek
geliŞen tuğla yapı geleneğine ôncü olarak Gurgan‟da 1007 yılında inŞa edilen
Kümbet-i Kabus gôsterilir.11 Yapının silindirik gôvdesini hareketlendiren yarım
daire ve üçgen çıkıntıların yüzeyleri, kesintisiz devam eden, düz tuğla ôrgü
ile kaplanmıŞtır. Kümbet-i Kabus‟u tarih-dizin sırası ile izleyen anı yapıları
ve dini yapılarda ise, Yezd‟de 1037 tarihli Duvazdah İmam ve Damgan‟da 1056
tarihli Chihil Duktaran Türbeleri; 1055-1058 yılları arasına tarihlenen
Ardistan‟daki Mescid-i Cuma, Isfahan‟daki Mescid-i Cuma‟nın 1080‟de inŞa edilen
bôlümleri; Barsian‟da 1098 tarihli Mescid-i Cuma ve minaresi ile yine XI.
yüzyıldan Simnan, Sava, Sabzevar ve Isfahan‟da Mescid-i Ali minareleri, bu
dônemdeki yoğun tuğla uygulamalarına birkaç ôrnek olarak verilebilir.12 XI.
yüzyıldan zamanımıza kadar gelebilen ôrnekler arasında, üç anı yapısı ise tuğla
ôrgülerinin çeŞitliliği ve çıplak tuğla ûslubunun nereye kadar
gôtürülebildiğine tanıklık edebilen yapılardır.
Malzemenin tüm olanaklarının değerlendirildiği, ayrıca
yapının mimari ve strüktürel elemanları ile yüzey süslemesinin bütünleŞtiği bu
yapılar ise, Karragan‟da 1067-68 tarihli I. Anonim Türbe, 1093 tarihli II.
Anonim Türbe ile Demavend‟de kesin tarihi belli olmayan, ancak yüzyılın
sonlarına tarihlenen Anonim Türbe‟dir.13 Bu üç yapının yanı sıra Isfahan‟daki
Mescid-i Cuma‟da yukarıda belirtildiği gibi 1080 tarihinde yapılan ekleme ve
değiŞiklerin parçası olan Güney Doğu kanadındaki taŞıyıcı ayaklar ve tonozlar
ile Güney ve Kuzey kanatlar
daki eyvanlı mekanların kubbeleri kanımızca, XI. yüzyıl
süresince, bu bôlgede yapı ve süsleme malzemesi olarak ôncelik kazanan tuğla
ile yapılan uygulamaların nasıl bir düzeye eriŞtiğini gôstermektedir. Bunları
yakından izleyen diğer bazı ôrnekler ise, Azerbaycan bôlgesinde, Nahçivan‟da
1167 tarihinde inŞa edilen Yusuf bin Kuseyr ile 1186 tarihli Mümine Hatun
Türbeleridir. Her ikisinin ôn cepheleri ve ôzellikle taç kapıları da, kesme
tuğlalar ile Şekillendirilen geometrik ôrgü düzenlemeleri ile kaplanmıŞtır.
Anadolu‟da XIII. yüzyıl baŞında türbe kasnaklarına yine tuğla ile uygulanan
geometrik düzenlemeler ile bu iki yapı arasında yakın benzerlikler
saptanabilmektedir.14 1243
İran‟da Büyük Selçuklular Dônemi‟nin en belirgin katkısı
olarak geliŞen çıplak tuğla geleneği, XII. yüzyılın ortalarına kadar devam
eder. Bu süreçte ôlçek farkı gôzetilmeden, dini ve sivil iŞlevli her tür
yapıda, kule ve minarelerde uygulanan tuğla ôrgüler, kaplayacakları yüzeylerin
biçimlerine uygun seçilmiŞ ve ôrgü çeŞitlemelerini bir araya getirme arzusu
ôzellikle minarelerde ôncelik kazanmıŞtır. Ancak, yüzyılın ortalarına doğru
tuğla ôrgü çeŞitlemelerinin tek düze olmaya baŞladığı ve ônceleri, ôrgülerin
sadece derzlerine, bir bezeme oluŞturmak amacıyla eklenen alçı birimlerin
giderek çevrelerine ve tüm yüzeye taŞarak tuğla yüzeyi ôrten bir tabakaya dônüŞtükleri
izlenmektedir. Orta İran bôlgesinde baŞlayan ve çıplak tuğlanın ôrtücü bir
yüzey kaplaması arkasına saklanması ile sonuçlanan bu uygulamalar, giderek
Horasan ve Türkistan bôlgelerine de yayılmakta ve tuğlanın hem yapı hem süsleme
malzemesi olarak kullanımı son bulmaktadır. Buna karŞın aynı yôrelerde tuğlanın
geleneksel yapı malzemesi olarak kullanımı devam eder ve ilk gelen alçı
kaplamaların yerini ise zaman içerisinde daha parlak ve renkli çini kaplamalar
almaktadır.15
XII. yüzyıl ortalarında İran bôlgesinde çıplak tuğla
yüzeylere ilgi azalırken, Kuzey Irak‟ta Zengiler dônemi yapılarında kısa bir
süre de olsa tuğla yapı geleneği devam ettirilmiŞtir. Musul‟da 1148 tarihinde
baŞlatılıp 1170 tarihinde Nurettin Zengi tarafından tamamlattırılan Musul Ulu
Camii‟nin tuğla minaresi ile Erbil ve Sincan‟daki tuğla minareler bunlara
birkaç ôrnek olarak verilebilir.16
Yukarıda ôzetlenen çerçeve tuğlanın süsleme olanaklarının
vurgulanması ve yüzeyin çıplak bırakılması ile geliŞen tuğla yapı geleneğinin
X. ve XII. yüzyıllar arasında, Horasan, Gazne ve Orta İran‟da Karahanlılar,
Gazneliler ve Büyük Selçuklular tarafından ve Kuzey Irak‟ta Zengiler
tarafından, farklı ôlçek ve iŞlevlerde çok sayıda yapıda uygulandıktan sonra
giderek ônemini kaybettiğini ve tuğla yüzeylerin ôrtücü kaplamalar altında
gizlenmeye baŞladıklarını gôstermektedir. Bu son aŞamadan hemen ônce ise tuğla,
Selçukluların geleneksel yapı malzemesi olarak Anadolu‟ya taŞınmıŞtır.
Süreklilik ve DeğiŞim
n Beylikler ve Selçuklu Dônemi
Anadolu mimarisinde tuğla, Orta İran, Horasan ve Türkistan‟da olduğu gibi
farklı iŞevler için inŞa edilen büyük ve küçük ôlçekli tüm yapılarda kullanılan
baŞlıca yapı malzemesi olmamıŞ, taŞın yanında ikinci derecede bir yapı
malzemesi olarak benimsenmiŞ ve Anadolu‟da ilk yapılaŞma etkinliklerinin baŞlamasından
XIII. yüzyıl sonuna kadar bu niteliğini korumuŞtur.
Selçuklu Dônemi Anadolu mimarisinde tuğla için “seçici” bir
kullanımdan sôz etmek olasıdır. Bunun doğal sonucu olarak da, ônceki yüzyıllara
oranla sayıca az, ancak belli bir amaca hizmet etmek üzere seçildiği için de,
nitelik açısından dikkat çekici ôrnekleri verilmiŞtir. Tuğlanın Anadolu
Selçuklu Dônemi mimarisindeki kullanımını daha ônce denenmiŞ ve yerleŞmiŞ bir
geleneğin devamı olarak gôrmek ve değerlendirmek olasıdır, ancak geliŞme
sürecini tamamladıktan sonra gelen bu yapı geleneğinin Anadolu‟daki
uygulamalarında yaratıcı güç kısıtlanmamıŞ, daha ônce yapılanları geliŞtirmek
ve yeni teknik olanaklar aramak üzerine yoğunlaŞılmıŞtır. Bu nedenle Anadolu
Selçuklu mimarisinde tuğla kullanımı, malzeme açısından ôn uygulamalarla bir
süreklilik gôsterse de bunların bir kopyası ya da devamı olmayıp, getirdiği
kendine ôzgü yenilikler ve çeŞitlemelerle, genelde yapıların biçimsel
ôzelliklerinde de kendini belli eden, değiŞimin parçasıdır.17
Ayakta duran yapılar arasında, sürekliliğin en iyi tanıkları
Konya‟da İplikçi Camii ile yine zaman içerisinde onarımlar geçiren
Kayseri/PınarbaŞı ve Erzincan/Kemah‟ta iki türbedir.18 Zamanımıza 1244
çeŞitli onarımlar geçirmiŞ olarak gelen, ancak beden
duvarlarında hl ôzgün yapının izlerini taŞıyan 1202
tarihli İplikçi
Camii‟nde tuğla
salt yapısal amaçla
beden duvarları ve üst ôrtüde kullanılırken, Anadolu‟da büyük ôlçekli ilk ve
büyük olasılıkla tek ôrnek olmaktadır. Düz tuğla ôrgünün sağlamlığının yanı
sıra duvar yüzeyinde yarattığı doku, Orta İran bôlgesinde Büyük Selçuklular
tarafından XI. yüzyılda inŞa edilen, Ardistan‟daki Mescid-i Cuma, Isfahan‟daki
Mescid-i Cuma ve Barsian‟da Mescid-i Cuma‟yı anımsatmaktadır.
Tarihsiz olan ve yaklaŞık olarak XII. yüzyılın ikinci yarısı
ile sonu arasına tarihlenen Kayseri/PınarbaŞı (Pazarôren) Melik Gazi
Türbesi‟nde, taŞ temeller üzerinde bütünü tuğladan inŞa edilen beden
duvarlarının dıŞ ve iç yüzleri ile üst ôrtü, tuğla ôrgü çeŞitlemeleri ile
kaplanmıŞtır. Bu yapı ile, XI. yüzyıl sonlarından, Karahanlılar Dônemi‟ne ait
Karragan‟daki I. ve II. Anonim Türbeler ve Demavend‟deki Anonim Türbe arasında
benzerlikler bulmak olasıdır. iôyle ki, Melik Gazi Türbesi‟nde yapının biçimi
ile bağlantılı olarak ôrgü çeŞitlemelerinde sayısal bir azalma varsa da teknik
ve iŞçilik Karragan ve Demavend Türbeleri ile aynı paraleldedir. Yine XII.
yüzyıl sonlarına tarihlenen, Erzincan/Kemah‟ta Mengücek Gazi Türbesi‟nin
taçkapısında ince tuğla Şeritlerle kurulan geometrik ôrgü düzenlemeleri,
Nahçivan‟da 1167 tarihinde inŞa edilen Yusuf bin Kuseyr ile 1186 tarihli Mümine
Hatun Türbelerine yakın benzerliktedir
Bu ilk türbeler, Anadolu ôncesine dônerler. Ancak, tarih
olarak yakından izleyen diğer iki türbe, yenilik getirmiŞtir. XIII. yüzyılın baŞından,
Aksaray yakınında Selimekôy‟de bulunan Anonim Türbe ve yine Aksaray yakınında
Nenezikôy‟de yer alan Bekar Sultan Türbesi‟nde tuğla ve taŞın ôzgün bir düzen
ve uyum içinde birliktelikleri gôrülmektedir. Bu ôzellikleri ile bu iki
türbenin, yukarıda sôzü edilen Melik Gazi ve Mengücek Gazi Türbelerinin aksine,
tuğladan taŞa geçiŞi belgeleyen, giderek değiŞimi belgeleyen yapılar arasında
yer aldıkları sôylenebilir.19
Ancak, Selimekôy ve Nenezikôy Türbeleri, Anadolu‟da tuğladan
taŞa geçiŞi belgeleyen en erken tarihli yapılar da değildir. Onlardan ônce
gelen, kitabesine gôre 1155 tarihli Cizre Ulu Camii ile Artukoğulları‟nın
Hasankeyf kolundan Fahrettin Karaaslan Devri‟ne ve 1146 veya 1155-1165 yılları
arasına tarihlenen Harput Ulu Camii‟nde aynı birliktelik daha baŞarılı ve
kalıcı bir biçimde denenmiŞtir. Cizre Ulu Camii‟nde, onarımlar sırasında epeyce
bozulmuŞ olmakla birlikte, giriŞ eyvanını ôrten beŞik tonozun iç yüzünde moloz
taŞ üzerine tuğla kaplama hl gôrülebilmektedir.20
Harput Ulu Camii‟nde, beden duvarları moloz taŞ ôrgüdür. İç
mekanda kesme taŞ ayaklar üzerinden baŞlayan yatay istifli, düz tuğla ôrgü geçiŞ
ve üst ôrtüde de devam eder. Yapısal amaçlı bu sadeliğe karŞılık, yapının
kuzeybatı kôŞesinde yer alan minarede kesme tuğla ile yapılan geometrik
düzenlemelerin çeŞitlemeleri aŞağıdan yukarıya doğru sıralanan geniŞ bantlar
içerisine yerleŞtirilmiŞtir. eŞitlilik, üretim ve
uygulama teknikleri ve ôzgünlük açısından
Anadolu mimarisinde tek olan ve herhangi bir ôrneğe dayanmayan bu geometrik düzenlemeler,
daha sonraki tuğla minarelerde de tekrarlanmamıŞtır.21 Harput ve Cizre Ulu
Camilerini XIII. yüzyıl baŞında izleyen, 1205 onarım
tarihli Kayseri, 1212-1213 tarihli Sivas ve 1213 tarihli AkŞehir Ulu
Camilerinde yapı kütleleri kesme ya da moloz taŞ inŞaattır; tuğla sadece
minarenin yapı malzemesidir.22
İyi kalite taŞın yakın çevredeki taŞ ocaklarından kolaylıkla
taŞınabildiği Anadolu‟daki birçok kent için bu doğal bir uygulama yôntemidir
ki, 1230 tarihli Alanya AkŞebe Sultan Mescidi, 1220-35 tarihli Bayburt Ulu
Camii, 1258 tarihli Konya Sahip Ata Camii ve XIII. yüzyılın son çeyreğinde inŞa
edilen 1245
Ankara Arslanhane Camii de taŞ yapı yanında tuğla minarenin
yükseldiği, daha geç tarihli birkaç ôrnek olarak yukarıdakilere eklenebilir.23
Bu cami ve mescitlerde, taŞ yapı yanında tuğla minarenin yer alması, ilk
ôrneklerde belki de bani, mimar ve sanatçıların ôzel beğenisine ve seçimine
bağlıdır; ancak zaman içerisinde sürekli yinelenerek yerleŞmiŞ bir uygulamaya
dônüŞtüğü gôrülmektedir. Bôylece baŞlangıçta değiŞim olarak değerlendirilen bir
uygulama, sürekli yinelendiği zaman yeni bir geleneğe dônüŞmektedir.
Büyük ôlçekli yapılar için diğer bir seçenek ise, ilk olarak
Harput Ulu Camii‟nde rastlanan ve beden duvarlarında taŞ, geçiŞ ve üst ôrtüde
tuğla kullanılan yapı sistemidir. Bu uygulama, XIII. yüzyıl içerisinde
Camilerin yanı sıra Medrese ve DarüŞŞifa yapılarında da benimsenmiŞtir.
Tarih-dizin sırası ile, yüzyılın ilk yarısında 1217-1220
tarihleri arasında İzzeddin Keykavus tarafından Sivas‟ta inŞa ettirilen Keykavus
DarüŞŞifası, Isparta/Atabey‟de, Mubarizüddin ErtokuŞ tarafından 1224 yılında
yaptırılan ErtokuŞ Medresesi, 1224 tarihinde inŞa edilen, 1247 ve 1274
tarihlerinde kapsamlı onarımlar geçiren Malatya Ulu Camii, Konya‟da 1242-1243
tarihinde, II. Giyaseddin Keyhüsrev Dônemi‟nde Bedrettin Müslih tarafından
yaptırılan Sırçalı Medrese, AkŞehir‟de Selçuklu Veziri Sahip Ata Fahrettin Ali
tarafından 1250 tarihinde yaptırılan TaŞ Medrese, yüzyılın ikinci yarısından
da, Konya‟da yine Sahip Ata Fahrettin Ali tarafından 1264 yılında yaptırılan İnce
Minareli Medrese, 1266-67 arasına tarihlenebilecek Amasya Gôk Medrese Camii,
Sivas‟ta her ikisi de 1271‟de inŞa edilen, ilki Sahip Ata Fahrettin Ali
tarafından yaptırılan Gôk Medrese, ikincisi İlhanlılardan Muzaffereddin Barucirdi
tarafından inŞa ettirilen Baruciye ya da Buruciye Medreseleri, son olarak da
yine Konya‟da Vezir Sahip Ata Fahrettin Ali tarafından 1258 yılında yaptırılan
Sahip Ata Camii‟ne 1279-80‟de eklenen Türbe ve Hanikahı kesme veya moloz taŞ dıŞ
yapıları ve tuğla kaplanan iç mekanları ile dônemin en belli baŞlı ve gôrkemli
ôrnekleridir.24
Bu yapıların iç mekanlarında tuğla, Harput Ulu Camii gibi
tek baŞına ve yatay istifli en sade ôrgü türleri ile veya çeŞitleme olanakları
sunan yatay/düŞey istifli ôrgü türleri ya da tuğla ôrgüye çini birimlerin
eklendiği ôrgü ile kullanılmıŞtır. Son seçenekte, derzlere yerleŞtirilen, ya da
birim olarak ôrgünün parçası olan çiniler, çeŞitleme yanı sıra renk getiren
katkıları ile Anadolu Selçuklu Dônemi yapılarında taŞın sade ve renksizliği ile
vurgulanan dıŞ kütlelere renkli, hareketli iç mekanlar getirmiŞlerdir. Ancak,
tuğla ôrgülere çini birimlerin eklenmesi, Orta İran bôlgesinde ôzellikle XIV.
yüzyılda yoğunlaŞan ve tuğla yüzeyi tamaman ôrten bir kaplama yaratmaktadır.
Burada çini, tuğlanın yanında ikinci bir eleman olarak yer almakta ve ôrgülerde
bazı süsleme ôgelerini yaratmak ya da vurgulamak üzere kullanılmaktadır.
Süreklilik ve değiŞim teması ileriye ve geriye doğru
irdelendiği zaman, yukarıda sôzü edilen ve kuŞkusuz bütün gôrüntüleri ile değiŞimi
vurgulayan bu anıtsal yapılar yanında, tuğla geleneğini hiç denecek derecede
veya çok az bir değiŞimle sürdüren, ancak küçük ve sade yapıları ile gôzden
kaçabilecek mescitler, malzeme kullanımları ile daha çok sürekliliği vurgularken,
plan ve kütleleri ile ileriye dônük yenilikler getirerek erken Osmanlı dônemine
yaklaŞmaktadır.
XIII. yüzyılda, en çok Konya, daha sonra AkŞehir, Aksaray
gibi Orta Anadolu bôlgesi kentlerinde inŞa edilen bu küçük ôlçekli, çoğu tek
mekanlı mescitlerde taŞ temeller üzerinde beden duvarlarının, geçiŞ ve üst
ôrtünün, dıŞta ve içte bütünüyle tuğladan inŞa edildiği veya temellerin yanı
sıra alt yapının belirli bir yüksekliğinden baŞlayarak üst ôrtü ile birlikte
tuğladan inŞa edildiği gôrülmektedir. Bunlar, 1246
Konya‟da 1213-19 tarihli BaŞarabey, 1220 tarihli iekerfuruŞ,
XIII. yüzyılın ilk yarısına tarihlenen İç Karaaslan ve Zemburi Mescitleri; AkŞehir‟de
1223 tarihli Altın Kalem, 1224 tarihli FerruhŞah, 1226-27 tarihli Güdük Minare
Mescitleri; Alanya‟da 1230 tarihli AkŞebe Sultan Mescidi ile Aksaray‟da XIII.
yüzyılın baŞına tarihlenen Cıncıklı Mescit gibi çoğunluğu, yüzyılın ilk
yarısında inŞa edilen yapılardır. Harput‟ta, 1279-80 tarihli Alaca Mescit ile
Tokat‟ta 1300 tarihli Alaca Mescit, coğrafi konumları ve daha geç tarihleri ile
zaman ve mekan içerisindeki yayılmaya tanıklık ederken, Konya‟da yüzyılın son
çeyreğinden Sahip Ata (Tahir ile Zühre), Sakahane ve Beyhekim Mescitleri de
yine geç tarihleri ile dônemin son ôrnekleri olur.
Yukarıda isimleri sıralanan anıtsal cami ve medreseler ile
daha küçük ôlçekli türbe ve mescitlerin ortak ôzellikleri için aŞağıdaki
genelleme yapılabilir: Selçuklu ôncesi ve Selçuklu Dônemi Anadolu mimarisinde
tuğlanın bazen salt yapısal amaç için tek baŞına ya da taŞ ile birlikte
kullanıldığını, bazen de yapım sürecinde süsleme olanaklarından da
yararlanıldığını ve hatta süsleme olanaklarının kuvvetli vurgulandığını izlemek
olasıdır. rneğin,
tuğla XIII. yüzyıl yapısı
birçok küçük
mescidin beden duvarlarının
inŞaatında
salt yapısal malzeme iken, aynı mescitlerin iç mekanlarında, üst ôrtülerinde veya minarelerinde hem yapı hem süsleme malzemesi
olmaktadır. Diğer taraftan, taŞtan inŞa edilen bazı yapıların yine iç
mekanlarında ve üst ôrtülerinde veya minarelerinde tuğlanın süsleme
olanaklarını sergiler türde bir kullanıma rastlanmaktadır.
Sonuç
Yukarıda kümelenen yapılar, tuğladan taŞa geçiŞin olduğu
kadar malzemede çeŞitliliğin benimsendiği ôncülerdir. Buna karŞılık, bu
yapılarla çağdaŞ, ancak Niğde, Kayseri ve Erzurum gibi kaliteli taŞa kolaylıkla
eriŞilen bôlgelerde veya han ve kervansaraylar gibi büyük programlı, buna ek
olarak sağlamlık ve kalıcılığın ôncelikli olduğu yapı türlerinde taŞ, tek yapı
malzemesi olarak ortaya çıkmaktadır. TaŞın ône çıkmasına değiŞimin son aŞaması
olarak bakılabilir. Coğrafi bôlgenin malzeme olanakları, yapı türünün ve yapı
kurgusunun sağlam ya da hafif malzeme gerektiren ôzellikleri ve bunlara ek
olarak bani, mimar ve sanatçıların beğeni ve seçimleri ile Şekillenen geliŞmeler,
Selçuklu Dônemi Anadolu mimarisinde yeni arayıŞ ve denemelerin yerini ve
ônemini tanımlamaktadır.
Ancak, bu aŞamalar, tarih-dizin sırası ile birbirini izleyen
geliŞmeler değildir. Bôlgesel farklar veya yapıldıkları dônemde çok daha ônemli
ve etkili olabilecek, ancak bugünkü verilerle tamamının anlaŞılması zor olan
nedenlerle, aynı tarihlerde inŞa edilen yapılarda üç farklı yaklaŞım saptamak
olasıdır. iôyle ki, XII. yüzyılın ikinci yarısında Kayseri/PınarbaŞı‟da bütünü
tuğladan inŞa edilen Melik Gazi Türbesi‟nde ve aynı ôzelliklerdeki Kemah
Mengücek Gazi Türbesi‟nde tuğla, Selçukluların Anadolu‟ya gelmeden ônce
bulundukları kültür or
tamının mimarisinden beslenen “geleneksel” bir kullanım
sunarken, 1155-65 yılları arasına tarihlenen Harput Ulu Camii‟nde yapı
malzemesi olarak taŞ ve tuğla, bir ikili oluŞturmakta ve yapının kendilerine
ayrılan bôlümlerinde, taŞ, sağlamlık gerektiren alt yapıda; tuğla, hafiflik
gerektiren geçiŞ ve üst ôrtüde yer almaktadır. İki malzemenin yapıdaki uyumlu
dağılımının, Selçukluların Anadolu‟ya gelmeden ônce bulundukları kültür
ortamının mimarisinden çok Anadolu‟nun yerel mimarisi ile beslenen, bir “değiŞim”
getirdiği düŞünülebilir. Halbuki yine aynı dônemden, Sivas/Divriği‟de 1180
tarihinde inŞa edilen Divriği Kale Camii taŞın tek baŞına yapı malzemesi haline
geldiği son aŞamayı, 1247
sentezi erken bir tarihte sunarak hepsinin ônüne
geçmektedir. Burada tuğla yoktur; yapının tümü taŞtan inŞa edilmiŞtir; ancak taŞın
kullanımda ilginç bir tuğla ôzentisi seçilmektedir. iôyle ki, taçkapının kemer
kôŞeliklerinde taŞ, boyut ve biçim olarak, tuğla gibi hazırlanmıŞ ve tuğla
ôrgülerini anımsatan bir düzenle istiflenmiŞtir. Taçkapının çerçevesinde ve
kemer alınlığında kalın iki bant içerisinde yer alan, taŞa oyulmuŞ geometrik ôrgü
düzenlemeleri de kesme tuğla birimler ile gerçekleŞtirilen geometrik
düzenlemelerin yalnız benzeri değil, onların taŞa aktarılmıŞ bir tekrarıdır.25
Orta İran bôlgesinde Isfahan ve Ardistan Mescid-i
Cumalarında, Azerbaycan bôlgesinde de Nahçıvan‟da XII. yüzyıl sonlarında Yusuf
bin Kuseyr ve Mümine Hatun Türbelerinde kesme tuğla ile uygulanmıŞ olan
geometrik ôrgü düzenlemeleri Divriği Kale Camii‟nde taŞta yorumlanmıŞ tek ôrnek
değildir. XII. yüzyıl sonuna ve XIII. yüzyıl baŞına tarihlenen diğer bazı yapıların
taçkapıları ve mihrap çerçevelerinde çerçeveyi oluŞturan bantlar içerisinde
benzer düzenlemeler yinelenmiŞtir. rneğin, Kayseri‟de 1205 tarihli Gevher Nesibe Sultan DarüŞŞifası
ve Niğde‟de 1223 tarihli Alaaddin Camii‟nin taçkapılarında taŞa aktarılmıŞ
olarak yinelenmektedir. Dolayısıyla tuğladan taŞa geçiŞ, yapıların yalnız
kütlelerinde değil, mimari süslemelerinde de gerçekleŞmektedir.26
Tuğla birimlerin niteliklerine uygun olarak Şekillenen
geometrik ôrgü düzenlemelerinin taŞa aktarılması, XIII. yüzyıl baŞında inŞa
edilen birçok yapının taçkapılarında kendini gôsterir. Bu erken ôrneklerin
basit geçmeleri yüzyıl içerisinde geliŞtirilerek girift ôrgülere dônüŞecek ve
yine Anadolu Selçuklu Dônemi‟nin anıtsal taçkapılarını süsleyecektir. Ancak
buna genel bir kural olarak bakmak da yanlıŞ olur. ünkü 1217-1220 arasında inŞa edilen Sivas Keykavus DarüŞŞifası‟nda mimari süslemenin en
ônemli ôgesi olan geometrik geçmeler, taŞa oyulmuŞ olarak taçkapıda yer
alırken, aynı yapının türbe kasnağında bu geçmeler yine tuğla ile Şekillenmektedir.
Dolayısıyla baŞlangıçta da belirtildiği gibi yapı malzemesi
olarak taŞın birinci sırada geldiği n Beylikler
ve Selçuklu Dônemleri
Anadolu mimarisinde tuğla için “seçici”
bir kullanımdan sôz
etmek olasıdır.
Bu seçimde coğrafi
bôlge ve yapı türünün
etkilerinin yanı sıra
bani, mimar ve sanatçıların
beğenisi ve yaratmak istedikleri eseri nasıl gôrmek istediklerinin ônemli
vurgusu olduğu düŞünülebilir.
DİPNOTLAR
1 Bu konu için çok çeŞitli kaynak vermek olasıdır, ancak en
ayrıntılı bilgi için aŞağıdaki kaynağa bkz.: İ. KAFESOĞLU, “Selçuklular”, İslam
Ansiklopedisi, cüz. 105, İstanbul, 1965, s. 320-416.
2 ARIK, O., “The Culture of the Seljuk and Ottoman Periods”,
Arts of Cappadocia, Geneva 1971, s. 35-37.
3 Bu ôrtücülüğün temelinde, tuğlanın doğal rengi, duvar
yüzeylerinde tuğla birimlerinin sürekli yinelenmeleri ile ortaya çıkan
yeknesaklık gibi estetik nedenler olabileceği gibi, piŞmiŞ tuğla yüzeylerin
geçirgen yapısı nedeniyle rutubete karŞı koruyucu bir ônlem olabilir.
4 S. LLOYD, “Building in Brick and Stone”, History of
Technology, (der. Singer, Holmyard, Hall), Oxford, 1954-56, s. 456.
5 A. U: POPE, (der. ), A Survey of Prsan Art and
Architecture, Oxford, 1967, (Londra 1939), s. 916-18, 950-63, 981-89, 1267-68,
“naked brick” ya da “exposed brick” style terimi baŞka yazarlarca da benimsenmiŞtir.
1248
6 Y.e. s. 946-48, 1268-69, Lev. 264, A, B, C; E.
COHN-WIENER, Turan, İslamische Baukunst in Mittelasien, Berlin, 1930, Lev.
I-III; L. REMPEL, “The Mausoleum of İsmail Samanid”, Bulletin of the American
Institute for Persian Art and Archaeology, sayı: IV (1936), s. 198-209, iek.
1-7; O. GRABAR-D. HILL, Islamic Architecture and Its Decoration, London, 1965,
s. 49, iek. 1-2.
7 O. GRABAR, “The Earliest Commemorative Structures”, Ars
Orientalis, VI, Michigan, 1966, s. 19, no. 12. O. ASLANAPA, Türk Sanatı, I, İstanbul
1972, 2. 24, Lev. 38-40. .. BAKIRER, Selçuklu .ncesi ve Selçuklu Dônemi Anadolu
Mimarisinde Tuğla Kullanımı, Ankara, 1981, cilt. 1. s. 6.
8 Metni uzatmamak için burada isimleri verilen yapılar için
ayrı ayrı kaynak gôsterilmemiŞtir, aŞağıdaki yayınlarda sôzü edilen yapıların
bazıları ya da hepsi için bilgi bulunabilecektir: A. U. POPE, y.e. a.y; M.
CEZAR, Anadolu .ncesi Türklerde iehir ve Mimarlık, İstanbul 1977, s. 108-9,
114-48, 350-51; O. ASLANAPA, y. e. s. 19-37; .. BAKIRER, a.e., s. 5-15, bu çalıŞmamızda
kaynaklar ayrıntılı olarak belirtilmiŞtir.
9 M. CEZAR, y.e., 234-38, 201-9, E. DIEZ, Churasanische
B.udenkmaler, Berlin, 1918 cilt. I., s. 52-56. A. SCHRODER, “A Note on
Sangbast”, Bulletin of the American Institute for Persian Art Archaeology, IV,
1936, s. 136-39. .. BAKIRER, y.e. a.y.
10 A. U. POPE, a.e. a.y.
11 Y.e., s. 970-72, 989; O. GRABAR, a.e., s. 22.
12 A. U. POPE, a.e., s. 951-52, 970-72, 989, 1022, 1291. A.
GODARD, “Historiquè du Masjid-i Djuma d‟Isfahan”, Athar-é-Iran, II, 1937, s.
17-24, O. BAKIRER, a.e. a.y.
13 D. STRONACK-T. T. YOUNG, “Three Seljuk Tomb Towers”,
Iran, IV, Londra, 1966, s. 1-6.
14 T. YAZAR, Nahçivan Mimarisi, (Hacettepe .n. Sosyal
Bilimler Enstitüsü, basılmamıŞ Doktora tezi), Ankara, 1999, s. 136-181.
15 .. BAKIRER, a.e. a.y.
16 F. SARRE-E. HERZFELD, Arch.ologische Reise im Euphrat und
Tigris Gebiet, Berlin 1912-20, II, s. 229, 314-18, M. CEZAR, a.e., s. 396, 404.
17 .. BAKIRER, a.e. a.y.
18 Y.e., s. 264-66, 235-242, 247-255.
19 Y.e., s. 245-46, 255-58; Z. BAYBURTLUOĞLU, “Niğde-Aksaray,
Selime Kôyü türbesi”, .nasya, 6/65, Ankara 1970, s. 14, 15.
20 .. BAKIRER, a.e., s. 221.
21 Y.e., s. 222-225; .. BAKIRER, “Harput Ulu Camii
Minaresi”, Bedrettin Cômert‟e Armağan, Hacettepe .niversitesi, ve BeŞeri İlimler
Fakültesi, BeŞeri Bilimler Dergisi, .zel sayı, Ankara 1980, s. 375, 395.
22 .. BAKIRER, Selçuklu .ncesi ve Selçuklu Dônemi Anadolu
Mimarisinde Tuğla Kullanımı, Ankara, 1981, cilt. 1. s. 259-261, 266-274.
23 Y.e., s. 348-49, 368-69, 407-09, 491-92., Malatya ve
Aksaray‟da ait oldukları yapılar yıkıldıkları için halen tek baŞlarına ayakta
duran tuğla minareler de kuŞkusuz aynı taŞ yapı, tuğla minare ikileminin
ôrnekleridir. 1249
24 Y.e., s. 276-300, 316-35, 384-87, 390-91, 399-409,
427-35, 444-53, 467-68.
25 S. .GEL, Anadolu Selçuklularının TaŞ Tezyinatı, Ankara
1987 (1966), Res. 1.
26 .. BAKIRER, “Erken Dônem Mimari Süslemesinde Geometrik
Düzen Denemesi”, VIII. Türk Tarih Kongresi, Ankara 1976, Bildiriler, Ankara
1981, s. 951-959.
KAYNAKLAR
ARIK, O., “The Culture of the Seljuk and Ottoman Periods”,
Arts of Cappadocia, Geneva: Nagel, 1971, s. 35-37.
ARIK, O., “BaŞlangıç Dônemi Anadolu Türk Mimari Tezyinatının
Karakteri”, Malazgirt Armağanı, TTK, Ankara 1972, s. 173-77.
ASLANAPA, O., Türk Sanatı, I, İstanbul 1972.
BAKIRER, .., “Harput Ulu Camii Minaresi”, Bedrettin Cômert‟e
Armağan, Hacettepe .niversitesi ve BeŞeri İlimler Fakültesi, BeŞeri Bilimler
Dergisi, .zel sayı, Ankara 1980, s. 375-395.
BAKIRER, .., Selçuklu .ncesi ve Selçuklu Dônemi Anadolu
Mimarisinde Tuğla Kullanımı, 2 cilt, Ankara 1981.
BAKIRER, .., “Erken Dônem Mimari Süslemesinde Geometrik
Düzen Denemesi”, VIII. Türk Tarih Kongresi, Ankara 1976, Bildiriler, Ankara
1981, s. 951-959.
BAKIRER, .., “Geometric Aspects of Brickbonds and Brick
Revetments in Islamic Architecture”, International Congress on Islamic
Architecture and Urbanism, King Faisal University, Dammam, Jan. 1980,
Proceedings (ed. A. Germen), Dammam King Faisal University, 1983, s. 87-120.
.. BAKIRER, “Anadolu Mimarisinde TaŞ ve Tuğla İŞçiliği” BaŞlangıcından
Bugüne Türk Sanatı, Ankara 1993, s. 266-68.
.. BAKIRER, “Anadolu Selçuklu Mimarisinde Yapı Malzemeleri”,
IV. Milli Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Semineri Bildirileri, 25-26 Nisan,
1994, Konya 1995, s. 173.
BAYBURTLUOĞLU, Z., “Niğde-Aksaray Selimekôyü Türbesi”,
.nasya, sayı 6, Ankara 1971, s. 65-66.
CEZAR, M., Anadolu .ncesi Türklerde iehir ve Mimarlık, İstanbul
1977.
COHN-WIENER, E., Turan, İslamische Baukunst in Mittelasien,
Berlin, 1930.
DIEZ, E., Churasanische B.udenkmaler, 2. cilt, Berlin 1918.
DURUKAN, A., “Selimede‟ki Türbe ve Anadolu Türk Sanatı‟ndaki
Yeri”, Bedrettin Cômert‟e Armağan, Hacettepe .niversitesi, Sosyal ve İdari
Bilimler Fakültesi, BeŞeri Bilimler Dergisi, .zel Sayı, Ankara 1980, s. 413.
GRABAR, O. -HILL, D., Islamic Architecture and Its
Decoration, London 1965.
GRABAR, O., “The Earliest Commemorative Structures”, Ars
Orientalis, VI, Michigan, 1966, s. 7-47.
KUBAN, D., “Orta ağ Anadolu Türk Sanatı Kavramı .zerine”,
Malazgirt Armağanı,
TTK, Ankara 1972, s. 103-17. 1250
LLOYD, S., “Building in Brick and Stone”, History of
Technology, (der. Singer, Holmyard, Hall), Oxford 1954-56, s. 456.
.GEL, S., “Orta ağ erçevesinde
Anadolu Selçuklu Sanatı”,
Malazgirt Armağanı,
TTK, Ankara 1972, s. 131-38.
POPE, A. U., (der. ), A Survey of Prsan Art and
Architecture, Oxford, 1967, (Londra 1939).
L. REMPEL, “The Mausoleum of İsmail Samanid”, Buletin of the
American Institute for Persian Art and Archaeology, sayı: IV (1936), s.
198-209, iek. 1-7.
SARRE, F., -HERZFELD, E., Arch.ologische Reise im Euphrat
und Tigris Gebiet, 2. cilt, Berlin 1912-1920.
SCHRODER, A., “A Note on Sangbast”, Bulletin of the American
Institute for Persian Art Archaeology, IV, 1936, s. 136-39.
STRONACK, D., -T. T. YOUNG Jr., “Three Seljuk Tomb Towers”,
Iran, IV, London 1966, p. 1-20.
SEHER-THOSS, S., -SEHER-THOSS, H., Design and Colour in
Islamic Architecture, Washington, D. C., 1968.
YAZAR, T., Nahçivan Mimarisi, (Hacettepe .n. Sosyal Bilimler
Enstitüsü, basılmamıŞ Doktora tezi), Ankara 1999.