12 Ocak 2015 Pazartesi

SELÇUKLUDA MİMARİ

SELÇUKLUDA MİMARİ

Türklerin Orta Asya içlerinde tarih sahnesine çıkıŞları ile baŞlayan süreç, X. yüzyılda İslamiyet‟i kabul etmeleri sonrası kurulan ilk Müslüman Türk Devletleri ve XI. yüzyıl ortasında Oğuz Türklerinin İran‟da Büyük Selçuklu Devleti‟ni kurmaları ile devam eder. Yine aynı yüzyılda, daha elveriŞli yaŞam olanakları aramak üzere çeŞitli kollardan batıya açılan Selçuklular, bu bağlamda Anadolu‟ya da keŞif nitelikli akınlar yônlendirmiŞler ve bu akınları izleyen 1071 Malazgirt Zaferi‟nden sonra da büyük kitleler halinde, kalıcı bir yurt tutmak üzere Anadolu‟ya gôç etmiŞlerdir.
XI. yüzyıl sonlarında, Anadolu‟da „n Beylikler olarak tanımlayabileceğimiz DaniŞmend (1095-1175), Mengücek (1071-1252), Saltuklu (1080-1201), Artuklu (1098-1407) Beylikleri ile Konya ve çevresinde kurulan Selçuklu Beyliği (1071-1308) ile baŞlayan politik çeŞitlilik, XII. ve XIII. yüzyıllarda Selçuklu Beyliği‟nin, Artuklular dıŞındaki beylikleri kendi idareleri altında toplayarak Konya merkez olmak üzere Selçuklu Devleti‟ni kurmuŞlardır.1 Anadolu birliğini tamamlamak üzere savaŞ ve politik iliŞkilerle hareketlenen bu dônemin kültür açısından da bir “sentezin” baŞlangıcı olduğu ve sentezin zamanımıza ulaŞan en belirgin, en yoğun kanıtlarının belki de mimarlık alanında vurgulandığı sôylenebilir.2 Mimaride Şekillenen sentezi tanımlarken bir taraftan Türklerin Anadolu‟ya gelmeden ônce bulundukları kültür ortamından beslenen bir “süreklilik”, diğer taraftan yeni coğrafi çevrenin olanaklarına ve koŞullarına uyum sağlama arayıŞlarının doğal sonucu olarak Anadolu‟nun yerli kültürleri ile yoğrularak Şekillenen bir “değiŞim”den sôz etmek olasıdır. Bu yazıda bu iki zıt kavramın yani birlik ve bütünlüğü getiren süreklilik ile çeŞitliliği getiren değiŞimin, genelde ve malzeme ôzelinde nasıl bir gôrüntü verdikleri irdelenmektedir.
Konuya, genel çerçevesi içerisinde bakıldığı zaman, Anadolu‟nun fethinin arkasından yoğun bir yapılaŞmanın geldiği gôrülmektedir. „n Beylikler dôneminde baŞlayan ve Anadolu Selçuklu Devleti dôneminde sürdürülen düzenlemelerin ve yeni inŞaatların baŞında, eski kentlerin yeni gelenlerin gereksinimlerine uygun olarak yenilenmesi gelmektedir. „rneğin, ilk çağlardan baŞlayarak bir yerleŞme alanı olan Konya‟da yeni bir kültürün merkezi olmanın gerektirdiği değiŞiklikler yapılırken, yakın çevresinde AkŞehir ve BeyŞehir gibi yeni kentler de kurulmuŞtur. Bu etkinlikler çerçevesinde ayakta duran kale ve sur duvarları onarılmıŞ veya geniŞletilmiŞ; yine ayakta duran yapı stoku, ilk aŞamada gerekli iŞlevlerde kullanılmak üzere uyarlanmıŞtır. „rneğin, kilise ve benzeri dini iŞlevli yapıların yôn değiŞikliği ile cami ve mescit olarak yeniden iŞlevlendirildikleri, günümüze kadar gelen ôrneklerle saptanabilmektedir. Ancak, XII. yüzyılın ortalarından baŞlamak üzere ve kuŞkusuz bir yapılaŞma programı çerçevesinde dini iŞlevli cami ve mescitler; anı yapıları olan türbe ve kümbetler; eğitim yapıları olan medreseler; sosyal içerikli Şifahane ve hamamlar; dini ve sosyal amaçlı hankah ve zaviyeler; sultanlar ve yôneticiler için de saray ve kôŞklerin inŞaatına baŞlandığı ve bu inŞaatların XIII. yüzyılın ikinci yarısına kadar yoğun ve hızlı, yüzyılın son çeyreğine doğru da yavaŞlayarak ve azalarak devam ettiği gôrülebilmektedir. 1240
Bunlara ek olarak, Anadolu‟dan geçen, ancak Bizans İmparatorluğu‟nun son zamanlarında bakımsızlık ve savaŞlar nedeniyle bozulmuŞ olan kervan yollarının onarılması, yeni kurulan, sahil bôlgelerinde yeni alınan kentlere ulaŞabilmek üzere, bu kervan yollarına uzantıların eklenmesi, yapılaŞma programının parçalarıdır. Kervan trafiğinin yeniden canlandırılması amacıyla yapılan düzenlemeler çerçevesinde kôprüler kurulmuŞ, bu yollarda seyahat edecek tüccarların ve yolcuların güvenli konaklamaları için han ve kervansaraylar inŞa edilmiŞtir. Bunların büyük bôlümü, Anadolu‟ya gelenlerin İslam kültürü ile ŞekillenmiŞ yaŞam biçimleri ve alıŞkanlıklarının gereği olan dini ve sosyal kurumların daha ônce geliŞtirdikleri, dolayısıyla iŞlev açısından süreklilik gôsteren yapı türleridir. Ancak, iŞlevdeki sürekliliğin her zaman biçime yansımadığı ve Anadolu‟da cami ve medrese gibi gelenekselleŞmiŞ yapı türlerinde dahi, sentezin parçası olarak, biçime yansıyan çeŞitlemeler gôrülebilmektedir ki bunları değiŞimin ôncüleri olarak gôrmek olasıdır.
Konuya malzeme açısından bakıldığı zaman, bu yapı türlerinin ortaya çıkmalarını sağlayan yapı malzemelerinde yalnız çeŞitlilik değil zaman içerisinde bir değiŞim de izlenmektedir. Kısaca “tuğladan taŞa” geçiŞ olarak tanımlanabilecek olan değiŞim, Türklerin Anadolu‟ya gelmeden ônce bulundukları kültür çevrelerinde mimari anlatımın baŞta gelen yapı malzemesi olan tuğlanın Anadolu‟da ônceliğini kaybederek ikinci derecede bir yapı malzemesine dônüŞmesi ve yerini taŞın almasıdır. „nceki uygulamaların aksine tuğlanın Anadolu‟da, zorunluluktan çok bir seçim sonucu kullanılıyor olması ise malzemenin bütün olanaklarının denendiği bir çeŞitlilik sunmaktadır.
Yapı malzemelerindeki bu değiŞimin nedenleri arasında en baŞta, belirli bir hazırlık dônemi ve ôzel üretim koŞulları gerektiren tuğlaya karŞın Anadolu‟nun jeolojik çevresinde iyi kalite yapı taŞının bolluğu nedeniyle bu malzemenin ôn çağlardan baŞlayarak bazen kerpiç ve tuğla ile birlikte, bazen de, ôzellikle belirli yôrelerin ve belirli dônemlerin mimarisinde tek baŞına yoğun Şekilde kullanılıyor olması gelir. Birinci olasılık için atalhôyük yerleŞmesi, ikincisi için de Boğazkôy, Alacahôyük ve AliŞar gibi Hitit yerleŞmelerinden sôz edilebilir. TaŞın yapı malzemesi olarak ôncelik kazanmasının diğer nedenleri arasında, taŞ yapı geleneğinin iklim koŞullarına daha uygun olması, yapı taŞlarının, inŞaat alanlarına yakın taŞ ocaklarından kolaylıkla taŞınabiliyor olması, Anadolu‟nun ôn kültürlerine ait yapılardan alınan yapı taŞları ve mermerlerin hazır malzeme olarak tekrar kullanılabilmesi ve bu yeni yapı geleneğinin Anadolu‟ya gôç eden mimar, usta ve sanatçıların yanı sıra Anadolu‟nun yerli kültürü ile geliŞmiŞ mimar, usta ve sanatçıların katkıları ile beslenmesi sayılabilir.
Gelenek
Yapı malzemesi olarak tuğlanın tarih içerisindeki yerini gôrebilmek üzere geriye doğru bir bakılacak olursa, ilk çağlardan baŞlayarak Anadolu‟nun kendi bünyesinde ve yakın çevresinde ônce kerpiç, sonra da tuğlanın, bazen tek baŞına ancak çoğunlukla taŞ ile birlikte kullanımının, yaygın ve gelenekselleŞmiŞ olduğu gôrülebilmektedir. Elle ya da kalıpla biçimlendirilen kerpiç birimlerinin duvar ôrgülerinde yanyana ve üst üste sıralanırken, aralarında bağlayıcı olarak çamur harç kullanılmasına ve sağlamlık amacıyla yüzeylerinin kalın bir çamur sıva tabakası ile ôrtülmesine ôrnekler, Neolitik dônem Anadolu yerleŞmeleri yanı sıra Kuzey Mezopotamya ve Orta İran bôlgelerinde de kazılarda ortaya çıkarılmıŞtır.3
Yine ôn çağlardan baŞlayarak, M.S. X. yüzyıla kadar, tuğla duvarlar, yüzey kaplama malzemeleri ile ôrtülmüŞ, ˆdeta arkalarına gizlenmiŞtir.4 Bu yüzey kaplama malzemeleri, farklı kültür 1241
çevrelerinde, farklı dônemlerde ve farklı yapı türlerinde dokuma, duvar resmi, sırlı tuğla, çini, alçı, mozaik ve mermer gibi çeŞitlilik gôstermektedir. „rneğin, atalhôyük yerleŞmesindeki konutlarda, kerpiç duvarların iç yüzeyleri, dokuma ve duvar resimleri ile, Roma mimarisinde tuğla duvar yüzeyleri mermer, Bizans mimarisinde mozaik, doğuda Mezopotamya‟daki erken dônemler mimarisinde sırlı tuğla, Emevi mimarisinde alçı ve mozaik, Büyük Selçuklu mimarisinde ise sırlı tuğla ve çini birimlerle kaplanarak taŞıyıcı kerpiç veya tuğla duvarı ôrtmek yanı sıra süsleme olanakları yaratan bir yüzey oluŞturdukları gôrülebilmektedir.
X. yüzyıla kadar tuğla, salt yapısal amaçlarla kullanılmıŞ ve malzemenin renk ve süsleme olanaklarından yararlanılmamıŞtır. Buna karŞılık X. yüzyıl sürecinde Horasan, Türkistan ve Gazne‟de giderek yaygınlaŞan tuğla kullanımında, malzemenin yapısal olanaklarının yanı sıra süsleme olanaklarından da yararlanılmaya baŞlandığı ve ônceleri kalın sıva tabakası altına gizlenen bu tür yüzeylerin giderek açık bırakıldıkları izlenmektedir. X. yüzyılda, tuğla malzemenin ône çıkması Şeklinde ôzetlenebilecek bu tür uygulamalara da “çıplak tuğla” üslubu denilmektedir.5 Bu uygulamaların en erken hangi kültür çevresinde denendiği ya da ortaya çıktığı kesin olarak saptanamamıŞtır. Ancak, tuğlanın yapısal kullanımı sıra
sında gôrsel niteliklerinin de fark edilerek hem yapı hem süsleme malzemesi olarak değerlendirilmesine tanıklık edebilecek ilk yapının 907 yılında Buhara‟da inŞa edilen İsmail Samani Türbesi olduğu da sôylenir.6 X. yüzyıldan ayakta kalan bu tek yapının dıŞ ve iç bünyesinde, tuğlaların farklı istifi ile Şekillendirilen ôrgü çeŞitlemelerinde farklı mimari elemanların biçimlerine uyum arayıŞı ağırlık kazanmaktadır. İlk kez bu yapıda, çıplak tuğla yüzeylere ôncelik verilmesi yanı sıra bu yüzeyler, baŞka bir malzeme altına da gizlenmemiŞtir. Dolayısıyla, bu dônemde Kuzey Irak ve Semerkant‟ta hüküm süren Samanoğulları Devleti‟nin tuğla yapı geleneğinin yaratılmasında ôncülük ettiği gôrüŞü benimsenmiŞtir. Benzer bir tuğla kullanımı, 977-978 yılları arasında Semerkant yakınında, Tim‟de inŞa edilen Arap Ata Türbesi‟nde ortaya çıkmakta ve burada ôn cepheye uygulanan tuğla ôrgü türlerinin çeŞitliliği geliŞmiŞ bir tuğla iŞçiliğine iŞaret etmektedir.7
„rneklerin kısıtlılığı nedeniyle, tuğlanın hem yapı hem süsleme malzemesi olarak kullanımının X. yüzyıl sürecinde yalnız Horasan bôlgesine ôzgü kaldığı düŞünülürken, yüzyılın sonlarından baŞlamak üzere ve ôzellikle XI. yüzyıl içerisinde çıplak tuğla üslubunun benimsendiği yapı sayısında bir artıŞın yanı sıra bu yapıların farklı bôlgelere de yayıldıkları izlenebilmektedir. Karahanlılar, 999 yılında Türkistan‟da Samanoğlu Devleti‟ne son verdikten sonra Türkistan, Horasan ve Gazne‟de tuğla yapı geleneğini sürdürmüŞlerdir. Hatta, Karahanlıların da Samanoğlu Türbesi‟ndeki tuğla iŞçiliğinden etkilenerek, kerpiç kullanımını bıraktıkları ve çıplak tuğlaya ôncelik verdikleri ileri sürülmüŞtür. Hazara‟da IX. ve X. yüzyıllara tarihlenen Deggaron Camii, Buhara-Semerkant yolu üzerinde 1078‟de inŞa edilen Rıbat-ı Mali Kervansarayı, yine Buhara‟da Maghak-ı Attari Camisi; „zkent‟te 1012 tarihli Nasr bin Ali, 1152 tarihli Celalettin Hüseyin ve 1186 tarihli Güney Türbe olarak tanınan anı yapıları ile XI. ve XII. yüzyıllar arasına tarihlenen Tirmiz‟deki Saray‟da, tuğla, artık esas yapı malzemesi haline gelmekte ve ôzellikle cephe düzenlemelerinde yapım sürecinde malzemenin tüm süsleme olanaklarından da yararlanıldığı gôzlemlenmektedir. Bu yapılar kümesine, XI. yüzyıla tarihlenen Burana ve „zkent minareleri, 1032 tarihli Tirmiz minaresi, XII. yüzyıldan Tirmiz yakınında 1108 tarihli 1242
Car Kurgan, Buhara‟da 1127 tarihli Vabkent ve yüzyılın sonlarına tarihlenen Firuzabad minareleri eklenebilir.8
Gazneliler Dônemi‟nde, kerpiç inŞaattan tuğlaya geçiŞi ve tuğlanın süsleme olanaklarından yararlanılmasını simgeleyen anıtsal yapı XI. yüzyıla tarihlenen LeŞker-i Bazar Sarayı‟dır. Temelleri tuğla, duvarları kerpiçten inŞa edilen yapının kabul ve tôren salonlarının iç mekanlarında, duvarların üst kısımlarında kerpiç üzerine süslü tuğla ôrgüler kaplanmıŞtır. Gazne yôresinde, Tus Valisi Arslan Cazip tarafından, 997-1028 yılları arasında, Sangbast‟ta yaptırılan türbe ve minare, Sultan Mahmut ve Sultan Mesut tarafından yaptırılan, birincisi 1098-1115, ikincisi 1117-1149 yılları arasına tarihlenen kuleler ile 1108 tarihli Devletabad minaresinde tuğlaların farklı istiflerine ve farklı kaydırma düzenlerine dayanan ôrgü çeŞitlemeleri uygulanmıŞtır.9
Gazne yapılarında tuğla kullanımının yoğunlaŞması Sultan Mahmud‟un seçimi ve Gazne‟de oluŞturduğu kültür merkezinin ôncelikleri arasında değerlendirilirken, Orta İran bôlgesinde aynı seçim, Vezir Nizamülmülk ile bağdaŞtırılmakta ve bu bôlgede tuğlanın birinci derecede bir yapı malzemesi olarak benimsenmesinin bir zorunluluk olmadığı halde, malzemenin yaygın kullanımında XI. yüzyıl süresince, yônetim ve eğitime düzen getirmek üzere yaptığı katkılar yanı sıra yapı etkinliklerini de destekliyen Nizamülmülk‟ün katkıları olduğu savunulmaktadır.10
Büyük Selçuklular Dônemi‟nde Orta İran bôlgesinde giderek geliŞen tuğla yapı geleneğine ôncü olarak Gurgan‟da 1007 yılında inŞa edilen Kümbet-i Kabus gôsterilir.11 Yapının silindirik gôvdesini hareketlendiren yarım daire ve üçgen çıkıntıların yüzeyleri, kesintisiz devam eden, düz tuğla ôrgü ile kaplanmıŞtır. Kümbet-i Kabus‟u tarih-dizin sırası ile izleyen anı yapıları ve dini yapılarda ise, Yezd‟de 1037 tarihli Duvazdah İmam ve Damgan‟da 1056 tarihli Chihil Duktaran Türbeleri; 1055-1058 yılları arasına tarihlenen Ardistan‟daki Mescid-i Cuma, Isfahan‟daki Mescid-i Cuma‟nın 1080‟de inŞa edilen bôlümleri; Barsian‟da 1098 tarihli Mescid-i Cuma ve minaresi ile yine XI. yüzyıldan Simnan, Sava, Sabzevar ve Isfahan‟da Mescid-i Ali minareleri, bu dônemdeki yoğun tuğla uygulamalarına birkaç ôrnek olarak verilebilir.12 XI. yüzyıldan zamanımıza kadar gelebilen ôrnekler arasında, üç anı yapısı ise tuğla ôrgülerinin çeŞitliliği ve çıplak tuğla ûslubunun nereye kadar gôtürülebildiğine tanıklık edebilen yapılardır.
Malzemenin tüm olanaklarının değerlendirildiği, ayrıca yapının mimari ve strüktürel elemanları ile yüzey süslemesinin bütünleŞtiği bu yapılar ise, Karragan‟da 1067-68 tarihli I. Anonim Türbe, 1093 tarihli II. Anonim Türbe ile Demavend‟de kesin tarihi belli olmayan, ancak yüzyılın sonlarına tarihlenen Anonim Türbe‟dir.13 Bu üç yapının yanı sıra Isfahan‟daki Mescid-i Cuma‟da yukarıda belirtildiği gibi 1080 tarihinde yapılan ekleme ve değiŞiklerin parçası olan Güney Doğu kanadındaki taŞıyıcı ayaklar ve tonozlar ile Güney ve Kuzey kanatlar
daki eyvanlı mekanların kubbeleri kanımızca, XI. yüzyıl süresince, bu bôlgede yapı ve süsleme malzemesi olarak ôncelik kazanan tuğla ile yapılan uygulamaların nasıl bir düzeye eriŞtiğini gôstermektedir. Bunları yakından izleyen diğer bazı ôrnekler ise, Azerbaycan bôlgesinde, Nahçivan‟da 1167 tarihinde inŞa edilen Yusuf bin Kuseyr ile 1186 tarihli Mümine Hatun Türbeleridir. Her ikisinin ôn cepheleri ve ôzellikle taç kapıları da, kesme tuğlalar ile Şekillendirilen geometrik ôrgü düzenlemeleri ile kaplanmıŞtır. Anadolu‟da XIII. yüzyıl baŞında türbe kasnaklarına yine tuğla ile uygulanan geometrik düzenlemeler ile bu iki yapı arasında yakın benzerlikler saptanabilmektedir.14 1243
İran‟da Büyük Selçuklular Dônemi‟nin en belirgin katkısı olarak geliŞen çıplak tuğla geleneği, XII. yüzyılın ortalarına kadar devam eder. Bu süreçte ôlçek farkı gôzetilmeden, dini ve sivil iŞlevli her tür yapıda, kule ve minarelerde uygulanan tuğla ôrgüler, kaplayacakları yüzeylerin biçimlerine uygun seçilmiŞ ve ôrgü çeŞitlemelerini bir araya getirme arzusu ôzellikle minarelerde ôncelik kazanmıŞtır. Ancak, yüzyılın ortalarına doğru tuğla ôrgü çeŞitlemelerinin tek düze olmaya baŞladığı ve ônceleri, ôrgülerin sadece derzlerine, bir bezeme oluŞturmak amacıyla eklenen alçı birimlerin giderek çevrelerine ve tüm yüzeye taŞarak tuğla yüzeyi ôrten bir tabakaya dônüŞtükleri izlenmektedir. Orta İran bôlgesinde baŞlayan ve çıplak tuğlanın ôrtücü bir yüzey kaplaması arkasına saklanması ile sonuçlanan bu uygulamalar, giderek Horasan ve Türkistan bôlgelerine de yayılmakta ve tuğlanın hem yapı hem süsleme malzemesi olarak kullanımı son bulmaktadır. Buna karŞın aynı yôrelerde tuğlanın geleneksel yapı malzemesi olarak kullanımı devam eder ve ilk gelen alçı kaplamaların yerini ise zaman içerisinde daha parlak ve renkli çini kaplamalar almaktadır.15
XII. yüzyıl ortalarında İran bôlgesinde çıplak tuğla yüzeylere ilgi azalırken, Kuzey Irak‟ta Zengiler dônemi yapılarında kısa bir süre de olsa tuğla yapı geleneği devam ettirilmiŞtir. Musul‟da 1148 tarihinde baŞlatılıp 1170 tarihinde Nurettin Zengi tarafından tamamlattırılan Musul Ulu Camii‟nin tuğla minaresi ile Erbil ve Sincan‟daki tuğla minareler bunlara birkaç ôrnek olarak verilebilir.16
Yukarıda ôzetlenen çerçeve tuğlanın süsleme olanaklarının vurgulanması ve yüzeyin çıplak bırakılması ile geliŞen tuğla yapı geleneğinin X. ve XII. yüzyıllar arasında, Horasan, Gazne ve Orta İran‟da Karahanlılar, Gazneliler ve Büyük Selçuklular tarafından ve Kuzey Irak‟ta Zengiler tarafından, farklı ôlçek ve iŞlevlerde çok sayıda yapıda uygulandıktan sonra giderek ônemini kaybettiğini ve tuğla yüzeylerin ôrtücü kaplamalar altında gizlenmeye baŞladıklarını gôstermektedir. Bu son aŞamadan hemen ônce ise tuğla, Selçukluların geleneksel yapı malzemesi olarak Anadolu‟ya taŞınmıŞtır.
Süreklilik ve DeğiŞim
„n Beylikler ve Selçuklu Dônemi Anadolu mimarisinde tuğla, Orta İran, Horasan ve Türkistan‟da olduğu gibi farklı iŞevler için inŞa edilen büyük ve küçük ôlçekli tüm yapılarda kullanılan baŞlıca yapı malzemesi olmamıŞ, taŞın yanında ikinci derecede bir yapı malzemesi olarak benimsenmiŞ ve Anadolu‟da ilk yapılaŞma etkinliklerinin baŞlamasından XIII. yüzyıl sonuna kadar bu niteliğini korumuŞtur.
Selçuklu Dônemi Anadolu mimarisinde tuğla için “seçici” bir kullanımdan sôz etmek olasıdır. Bunun doğal sonucu olarak da, ônceki yüzyıllara oranla sayıca az, ancak belli bir amaca hizmet etmek üzere seçildiği için de, nitelik açısından dikkat çekici ôrnekleri verilmiŞtir. Tuğlanın Anadolu Selçuklu Dônemi mimarisindeki kullanımını daha ônce denenmiŞ ve yerleŞmiŞ bir geleneğin devamı olarak gôrmek ve değerlendirmek olasıdır, ancak geliŞme sürecini tamamladıktan sonra gelen bu yapı geleneğinin Anadolu‟daki uygulamalarında yaratıcı güç kısıtlanmamıŞ, daha ônce yapılanları geliŞtirmek ve yeni teknik olanaklar aramak üzerine yoğunlaŞılmıŞtır. Bu nedenle Anadolu Selçuklu mimarisinde tuğla kullanımı, malzeme açısından ôn uygulamalarla bir süreklilik gôsterse de bunların bir kopyası ya da devamı olmayıp, getirdiği kendine ôzgü yenilikler ve çeŞitlemelerle, genelde yapıların biçimsel ôzelliklerinde de kendini belli eden, değiŞimin parçasıdır.17
Ayakta duran yapılar arasında, sürekliliğin en iyi tanıkları Konya‟da İplikçi Camii ile yine zaman içerisinde onarımlar geçiren Kayseri/PınarbaŞı ve Erzincan/Kemah‟ta iki türbedir.18 Zamanımıza 1244
çeŞitli onarımlar geçirmiŞ olarak gelen, ancak beden duvarlarında hˆlˆ ôzgün yapının izlerini taŞıyan 1202 tarihli İplikçi Camii‟nde tuğla salt yapısal amaçla beden duvarları ve üst ôrtüde kullanılırken, Anadolu‟da büyük ôlçekli ilk ve büyük olasılıkla tek ôrnek olmaktadır. Düz tuğla ôrgünün sağlamlığının yanı sıra duvar yüzeyinde yarattığı doku, Orta İran bôlgesinde Büyük Selçuklular tarafından XI. yüzyılda inŞa edilen, Ardistan‟daki Mescid-i Cuma, Isfahan‟daki Mescid-i Cuma ve Barsian‟da Mescid-i Cuma‟yı anımsatmaktadır.
Tarihsiz olan ve yaklaŞık olarak XII. yüzyılın ikinci yarısı ile sonu arasına tarihlenen Kayseri/PınarbaŞı (Pazarôren) Melik Gazi Türbesi‟nde, taŞ temeller üzerinde bütünü tuğladan inŞa edilen beden duvarlarının dıŞ ve iç yüzleri ile üst ôrtü, tuğla ôrgü çeŞitlemeleri ile kaplanmıŞtır. Bu yapı ile, XI. yüzyıl sonlarından, Karahanlılar Dônemi‟ne ait Karragan‟daki I. ve II. Anonim Türbeler ve Demavend‟deki Anonim Türbe arasında benzerlikler bulmak olasıdır. iôyle ki, Melik Gazi Türbesi‟nde yapının biçimi ile bağlantılı olarak ôrgü çeŞitlemelerinde sayısal bir azalma varsa da teknik ve iŞçilik Karragan ve Demavend Türbeleri ile aynı paraleldedir. Yine XII. yüzyıl sonlarına tarihlenen, Erzincan/Kemah‟ta Mengücek Gazi Türbesi‟nin taçkapısında ince tuğla Şeritlerle kurulan geometrik ôrgü düzenlemeleri, Nahçivan‟da 1167 tarihinde inŞa edilen Yusuf bin Kuseyr ile 1186 tarihli Mümine Hatun Türbelerine yakın benzerliktedir
Bu ilk türbeler, Anadolu ôncesine dônerler. Ancak, tarih olarak yakından izleyen diğer iki türbe, yenilik getirmiŞtir. XIII. yüzyılın baŞından, Aksaray yakınında Selimekôy‟de bulunan Anonim Türbe ve yine Aksaray yakınında Nenezikôy‟de yer alan Bekar Sultan Türbesi‟nde tuğla ve taŞın ôzgün bir düzen ve uyum içinde birliktelikleri gôrülmektedir. Bu ôzellikleri ile bu iki türbenin, yukarıda sôzü edilen Melik Gazi ve Mengücek Gazi Türbelerinin aksine, tuğladan taŞa geçiŞi belgeleyen, giderek değiŞimi belgeleyen yapılar arasında yer aldıkları sôylenebilir.19
Ancak, Selimekôy ve Nenezikôy Türbeleri, Anadolu‟da tuğladan taŞa geçiŞi belgeleyen en erken tarihli yapılar da değildir. Onlardan ônce gelen, kitabesine gôre 1155 tarihli Cizre Ulu Camii ile Artukoğulları‟nın Hasankeyf kolundan Fahrettin Karaaslan Devri‟ne ve 1146 veya 1155-1165 yılları arasına tarihlenen Harput Ulu Camii‟nde aynı birliktelik daha baŞarılı ve kalıcı bir biçimde denenmiŞtir. Cizre Ulu Camii‟nde, onarımlar sırasında epeyce bozulmuŞ olmakla birlikte, giriŞ eyvanını ôrten beŞik tonozun iç yüzünde moloz taŞ üzerine tuğla kaplama hˆlˆ gôrülebilmektedir.20
Harput Ulu Camii‟nde, beden duvarları moloz taŞ ôrgüdür. İç mekanda kesme taŞ ayaklar üzerinden baŞlayan yatay istifli, düz tuğla ôrgü geçiŞ ve üst ôrtüde de devam eder. Yapısal amaçlı bu sadeliğe karŞılık, yapının kuzeybatı kôŞesinde yer alan minarede kesme tuğla ile yapılan geometrik düzenlemelerin çeŞitlemeleri aŞağıdan yukarıya doğru sıralanan geniŞ bantlar içerisine yerleŞtirilmiŞtir. eŞitlilik, üretim ve uygulama teknikleri ve ôzgünlük açısından Anadolu mimarisinde tek olan ve herhangi bir ôrneğe dayanmayan bu geometrik düzenlemeler, daha sonraki tuğla minarelerde de tekrarlanmamıŞtır.21 Harput ve Cizre Ulu Camilerini XIII. yüzyıl baŞında izleyen, 1205 onarım tarihli Kayseri, 1212-1213 tarihli Sivas ve 1213 tarihli AkŞehir Ulu Camilerinde yapı kütleleri kesme ya da moloz taŞ inŞaattır; tuğla sadece minarenin yapı malzemesidir.22
İyi kalite taŞın yakın çevredeki taŞ ocaklarından kolaylıkla taŞınabildiği Anadolu‟daki birçok kent için bu doğal bir uygulama yôntemidir ki, 1230 tarihli Alanya AkŞebe Sultan Mescidi, 1220-35 tarihli Bayburt Ulu Camii, 1258 tarihli Konya Sahip Ata Camii ve XIII. yüzyılın son çeyreğinde inŞa edilen 1245
Ankara Arslanhane Camii de taŞ yapı yanında tuğla minarenin yükseldiği, daha geç tarihli birkaç ôrnek olarak yukarıdakilere eklenebilir.23 Bu cami ve mescitlerde, taŞ yapı yanında tuğla minarenin yer alması, ilk ôrneklerde belki de bani, mimar ve sanatçıların ôzel beğenisine ve seçimine bağlıdır; ancak zaman içerisinde sürekli yinelenerek yerleŞmiŞ bir uygulamaya dônüŞtüğü gôrülmektedir. Bôylece baŞlangıçta değiŞim olarak değerlendirilen bir uygulama, sürekli yinelendiği zaman yeni bir geleneğe dônüŞmektedir.
Büyük ôlçekli yapılar için diğer bir seçenek ise, ilk olarak Harput Ulu Camii‟nde rastlanan ve beden duvarlarında taŞ, geçiŞ ve üst ôrtüde tuğla kullanılan yapı sistemidir. Bu uygulama, XIII. yüzyıl içerisinde Camilerin yanı sıra Medrese ve DarüŞŞifa yapılarında da benimsenmiŞtir.
Tarih-dizin sırası ile, yüzyılın ilk yarısında 1217-1220 tarihleri arasında İzzeddin Keykavus tarafından Sivas‟ta inŞa ettirilen Keykavus DarüŞŞifası, Isparta/Atabey‟de, Mubarizüddin ErtokuŞ tarafından 1224 yılında yaptırılan ErtokuŞ Medresesi, 1224 tarihinde inŞa edilen, 1247 ve 1274 tarihlerinde kapsamlı onarımlar geçiren Malatya Ulu Camii, Konya‟da 1242-1243 tarihinde, II. Giyaseddin Keyhüsrev Dônemi‟nde Bedrettin Müslih tarafından yaptırılan Sırçalı Medrese, AkŞehir‟de Selçuklu Veziri Sahip Ata Fahrettin Ali tarafından 1250 tarihinde yaptırılan TaŞ Medrese, yüzyılın ikinci yarısından da, Konya‟da yine Sahip Ata Fahrettin Ali tarafından 1264 yılında yaptırılan İnce Minareli Medrese, 1266-67 arasına tarihlenebilecek Amasya Gôk Medrese Camii, Sivas‟ta her ikisi de 1271‟de inŞa edilen, ilki Sahip Ata Fahrettin Ali tarafından yaptırılan Gôk Medrese, ikincisi İlhanlılardan Muzaffereddin Barucirdi tarafından inŞa ettirilen Baruciye ya da Buruciye Medreseleri, son olarak da yine Konya‟da Vezir Sahip Ata Fahrettin Ali tarafından 1258 yılında yaptırılan Sahip Ata Camii‟ne 1279-80‟de eklenen Türbe ve Hanikahı kesme veya moloz taŞ dıŞ yapıları ve tuğla kaplanan iç mekanları ile dônemin en belli baŞlı ve gôrkemli ôrnekleridir.24
Bu yapıların iç mekanlarında tuğla, Harput Ulu Camii gibi tek baŞına ve yatay istifli en sade ôrgü türleri ile veya çeŞitleme olanakları sunan yatay/düŞey istifli ôrgü türleri ya da tuğla ôrgüye çini birimlerin eklendiği ôrgü ile kullanılmıŞtır. Son seçenekte, derzlere yerleŞtirilen, ya da birim olarak ôrgünün parçası olan çiniler, çeŞitleme yanı sıra renk getiren katkıları ile Anadolu Selçuklu Dônemi yapılarında taŞın sade ve renksizliği ile vurgulanan dıŞ kütlelere renkli, hareketli iç mekanlar getirmiŞlerdir. Ancak, tuğla ôrgülere çini birimlerin eklenmesi, Orta İran bôlgesinde ôzellikle XIV. yüzyılda yoğunlaŞan ve tuğla yüzeyi tamaman ôrten bir kaplama yaratmaktadır. Burada çini, tuğlanın yanında ikinci bir eleman olarak yer almakta ve ôrgülerde bazı süsleme ôgelerini yaratmak ya da vurgulamak üzere kullanılmaktadır.
Süreklilik ve değiŞim teması ileriye ve geriye doğru irdelendiği zaman, yukarıda sôzü edilen ve kuŞkusuz bütün gôrüntüleri ile değiŞimi vurgulayan bu anıtsal yapılar yanında, tuğla geleneğini hiç denecek derecede veya çok az bir değiŞimle sürdüren, ancak küçük ve sade yapıları ile gôzden kaçabilecek mescitler, malzeme kullanımları ile daha çok sürekliliği vurgularken, plan ve kütleleri ile ileriye dônük yenilikler getirerek erken Osmanlı dônemine yaklaŞmaktadır.
XIII. yüzyılda, en çok Konya, daha sonra AkŞehir, Aksaray gibi Orta Anadolu bôlgesi kentlerinde inŞa edilen bu küçük ôlçekli, çoğu tek mekanlı mescitlerde taŞ temeller üzerinde beden duvarlarının, geçiŞ ve üst ôrtünün, dıŞta ve içte bütünüyle tuğladan inŞa edildiği veya temellerin yanı sıra alt yapının belirli bir yüksekliğinden baŞlayarak üst ôrtü ile birlikte tuğladan inŞa edildiği gôrülmektedir. Bunlar, 1246
Konya‟da 1213-19 tarihli BaŞarabey, 1220 tarihli iekerfuruŞ, XIII. yüzyılın ilk yarısına tarihlenen İç Karaaslan ve Zemburi Mescitleri; AkŞehir‟de 1223 tarihli Altın Kalem, 1224 tarihli FerruhŞah, 1226-27 tarihli Güdük Minare Mescitleri; Alanya‟da 1230 tarihli AkŞebe Sultan Mescidi ile Aksaray‟da XIII. yüzyılın baŞına tarihlenen Cıncıklı Mescit gibi çoğunluğu, yüzyılın ilk yarısında inŞa edilen yapılardır. Harput‟ta, 1279-80 tarihli Alaca Mescit ile Tokat‟ta 1300 tarihli Alaca Mescit, coğrafi konumları ve daha geç tarihleri ile zaman ve mekan içerisindeki yayılmaya tanıklık ederken, Konya‟da yüzyılın son çeyreğinden Sahip Ata (Tahir ile Zühre), Sakahane ve Beyhekim Mescitleri de yine geç tarihleri ile dônemin son ôrnekleri olur.
Yukarıda isimleri sıralanan anıtsal cami ve medreseler ile daha küçük ôlçekli türbe ve mescitlerin ortak ôzellikleri için aŞağıdaki genelleme yapılabilir: Selçuklu ôncesi ve Selçuklu Dônemi Anadolu mimarisinde tuğlanın bazen salt yapısal amaç için tek baŞına ya da taŞ ile birlikte kullanıldığını, bazen de yapım sürecinde süsleme olanaklarından da yararlanıldığını ve hatta süsleme olanaklarının kuvvetli vurgulandığını izlemek olasıdır. „rneğin, tuğla XIII. yüzyıl yapısı birçok küçük mescidin beden duvarlarının inŞaatında salt yapısal malzeme iken, aynı mescitlerin iç mekanlarında, üst ôrtülerinde veya minarelerinde hem yapı hem süsleme malzemesi olmaktadır. Diğer taraftan, taŞtan inŞa edilen bazı yapıların yine iç mekanlarında ve üst ôrtülerinde veya minarelerinde tuğlanın süsleme olanaklarını sergiler türde bir kullanıma rastlanmaktadır.
Sonuç
Yukarıda kümelenen yapılar, tuğladan taŞa geçiŞin olduğu kadar malzemede çeŞitliliğin benimsendiği ôncülerdir. Buna karŞılık, bu yapılarla çağdaŞ, ancak Niğde, Kayseri ve Erzurum gibi kaliteli taŞa kolaylıkla eriŞilen bôlgelerde veya han ve kervansaraylar gibi büyük programlı, buna ek olarak sağlamlık ve kalıcılığın ôncelikli olduğu yapı türlerinde taŞ, tek yapı malzemesi olarak ortaya çıkmaktadır. TaŞın ône çıkmasına değiŞimin son aŞaması olarak bakılabilir. Coğrafi bôlgenin malzeme olanakları, yapı türünün ve yapı kurgusunun sağlam ya da hafif malzeme gerektiren ôzellikleri ve bunlara ek olarak bani, mimar ve sanatçıların beğeni ve seçimleri ile Şekillenen geliŞmeler, Selçuklu Dônemi Anadolu mimarisinde yeni arayıŞ ve denemelerin yerini ve ônemini tanımlamaktadır.
Ancak, bu aŞamalar, tarih-dizin sırası ile birbirini izleyen geliŞmeler değildir. Bôlgesel farklar veya yapıldıkları dônemde çok daha ônemli ve etkili olabilecek, ancak bugünkü verilerle tamamının anlaŞılması zor olan nedenlerle, aynı tarihlerde inŞa edilen yapılarda üç farklı yaklaŞım saptamak olasıdır. iôyle ki, XII. yüzyılın ikinci yarısında Kayseri/PınarbaŞı‟da bütünü tuğladan inŞa edilen Melik Gazi Türbesi‟nde ve aynı ôzelliklerdeki Kemah Mengücek Gazi Türbesi‟nde tuğla, Selçukluların Anadolu‟ya gelmeden ônce bulundukları kültür or
tamının mimarisinden beslenen “geleneksel” bir kullanım sunarken, 1155-65 yılları arasına tarihlenen Harput Ulu Camii‟nde yapı malzemesi olarak taŞ ve tuğla, bir ikili oluŞturmakta ve yapının kendilerine ayrılan bôlümlerinde, taŞ, sağlamlık gerektiren alt yapıda; tuğla, hafiflik gerektiren geçiŞ ve üst ôrtüde yer almaktadır. İki malzemenin yapıdaki uyumlu dağılımının, Selçukluların Anadolu‟ya gelmeden ônce bulundukları kültür ortamının mimarisinden çok Anadolu‟nun yerel mimarisi ile beslenen, bir “değiŞim” getirdiği düŞünülebilir. Halbuki yine aynı dônemden, Sivas/Divriği‟de 1180 tarihinde inŞa edilen Divriği Kale Camii taŞın tek baŞına yapı malzemesi haline geldiği son aŞamayı, 1247
sentezi erken bir tarihte sunarak hepsinin ônüne geçmektedir. Burada tuğla yoktur; yapının tümü taŞtan inŞa edilmiŞtir; ancak taŞın kullanımda ilginç bir tuğla ôzentisi seçilmektedir. iôyle ki, taçkapının kemer kôŞeliklerinde taŞ, boyut ve biçim olarak, tuğla gibi hazırlanmıŞ ve tuğla ôrgülerini anımsatan bir düzenle istiflenmiŞtir. Taçkapının çerçevesinde ve kemer alınlığında kalın iki bant içerisinde yer alan, taŞa oyulmuŞ geometrik ôrgü düzenlemeleri de kesme tuğla birimler ile gerçekleŞtirilen geometrik düzenlemelerin yalnız benzeri değil, onların taŞa aktarılmıŞ bir tekrarıdır.25
Orta İran bôlgesinde Isfahan ve Ardistan Mescid-i Cumalarında, Azerbaycan bôlgesinde de Nahçıvan‟da XII. yüzyıl sonlarında Yusuf bin Kuseyr ve Mümine Hatun Türbelerinde kesme tuğla ile uygulanmıŞ olan geometrik ôrgü düzenlemeleri Divriği Kale Camii‟nde taŞta yorumlanmıŞ tek ôrnek değildir. XII. yüzyıl sonuna ve XIII. yüzyıl baŞına tarihlenen diğer bazı yapıların taçkapıları ve mihrap çerçevelerinde çerçeveyi oluŞturan bantlar içerisinde benzer düzenlemeler yinelenmiŞtir. „rneğin, Kayseri‟de 1205 tarihli Gevher Nesibe Sultan DarüŞŞifası ve Niğde‟de 1223 tarihli Alaaddin Camii‟nin taçkapılarında taŞa aktarılmıŞ olarak yinelenmektedir. Dolayısıyla tuğladan taŞa geçiŞ, yapıların yalnız kütlelerinde değil, mimari süslemelerinde de gerçekleŞmektedir.26
Tuğla birimlerin niteliklerine uygun olarak Şekillenen geometrik ôrgü düzenlemelerinin taŞa aktarılması, XIII. yüzyıl baŞında inŞa edilen birçok yapının taçkapılarında kendini gôsterir. Bu erken ôrneklerin basit geçmeleri yüzyıl içerisinde geliŞtirilerek girift ôrgülere dônüŞecek ve yine Anadolu Selçuklu Dônemi‟nin anıtsal taçkapılarını süsleyecektir. Ancak buna genel bir kural olarak bakmak da yanlıŞ olur. ünkü 1217-1220 arasında inŞa edilen Sivas Keykavus DarüŞŞifası‟nda mimari süslemenin en ônemli ôgesi olan geometrik geçmeler, taŞa oyulmuŞ olarak taçkapıda yer alırken, aynı yapının türbe kasnağında bu geçmeler yine tuğla ile Şekillenmektedir.
Dolayısıyla baŞlangıçta da belirtildiği gibi yapı malzemesi olarak taŞın birinci sırada geldiği „n Beylikler ve Selçuklu Dônemleri Anadolu mimarisinde tuğla için “seçici” bir kullanımdan sôz etmek olasıdır. Bu seçimde coğrafi bôlge ve yapı türünün etkilerinin yanı sıra bani, mimar ve sanatçıların beğenisi ve yaratmak istedikleri eseri nasıl gôrmek istediklerinin ônemli vurgusu olduğu düŞünülebilir.




















DİPNOTLAR
1 Bu konu için çok çeŞitli kaynak vermek olasıdır, ancak en ayrıntılı bilgi için aŞağıdaki kaynağa bkz.: İ. KAFESOĞLU, “Selçuklular”, İslam Ansiklopedisi, cüz. 105, İstanbul, 1965, s. 320-416.
2 ARIK, O., “The Culture of the Seljuk and Ottoman Periods”, Arts of Cappadocia, Geneva 1971, s. 35-37.
3 Bu ôrtücülüğün temelinde, tuğlanın doğal rengi, duvar yüzeylerinde tuğla birimlerinin sürekli yinelenmeleri ile ortaya çıkan yeknesaklık gibi estetik nedenler olabileceği gibi, piŞmiŞ tuğla yüzeylerin geçirgen yapısı nedeniyle rutubete karŞı koruyucu bir ônlem olabilir.
4 S. LLOYD, “Building in Brick and Stone”, History of Technology, (der. Singer, Holmyard, Hall), Oxford, 1954-56, s. 456.
5 A. U: POPE, (der. ), A Survey of Prsan Art and Architecture, Oxford, 1967, (Londra 1939), s. 916-18, 950-63, 981-89, 1267-68, “naked brick” ya da “exposed brick” style terimi baŞka yazarlarca da benimsenmiŞtir. 1248
6 Y.e. s. 946-48, 1268-69, Lev. 264, A, B, C; E. COHN-WIENER, Turan, İslamische Baukunst in Mittelasien, Berlin, 1930, Lev. I-III; L. REMPEL, “The Mausoleum of İsmail Samanid”, Bulletin of the American Institute for Persian Art and Archaeology, sayı: IV (1936), s. 198-209, iek. 1-7; O. GRABAR-D. HILL, Islamic Architecture and Its Decoration, London, 1965, s. 49, iek. 1-2.
7 O. GRABAR, “The Earliest Commemorative Structures”, Ars Orientalis, VI, Michigan, 1966, s. 19, no. 12. O. ASLANAPA, Türk Sanatı, I, İstanbul 1972, 2. 24, Lev. 38-40. .. BAKIRER, Selçuklu .ncesi ve Selçuklu Dônemi Anadolu Mimarisinde Tuğla Kullanımı, Ankara, 1981, cilt. 1. s. 6.
8 Metni uzatmamak için burada isimleri verilen yapılar için ayrı ayrı kaynak gôsterilmemiŞtir, aŞağıdaki yayınlarda sôzü edilen yapıların bazıları ya da hepsi için bilgi bulunabilecektir: A. U. POPE, y.e. a.y; M. CEZAR, Anadolu .ncesi Türklerde iehir ve Mimarlık, İstanbul 1977, s. 108-9, 114-48, 350-51; O. ASLANAPA, y. e. s. 19-37; .. BAKIRER, a.e., s. 5-15, bu çalıŞmamızda kaynaklar ayrıntılı olarak belirtilmiŞtir.
9 M. CEZAR, y.e., 234-38, 201-9, E. DIEZ, Churasanische B.udenkmaler, Berlin, 1918 cilt. I., s. 52-56. A. SCHRODER, “A Note on Sangbast”, Bulletin of the American Institute for Persian Art Archaeology, IV, 1936, s. 136-39. .. BAKIRER, y.e. a.y.
10 A. U. POPE, a.e. a.y.
11 Y.e., s. 970-72, 989; O. GRABAR, a.e., s. 22.
12 A. U. POPE, a.e., s. 951-52, 970-72, 989, 1022, 1291. A. GODARD, “Historiquè du Masjid-i Djuma d‟Isfahan”, Athar-é-Iran, II, 1937, s. 17-24, O. BAKIRER, a.e. a.y.
13 D. STRONACK-T. T. YOUNG, “Three Seljuk Tomb Towers”, Iran, IV, Londra, 1966, s. 1-6.
14 T. YAZAR, Nahçivan Mimarisi, (Hacettepe .n. Sosyal Bilimler Enstitüsü, basılmamıŞ Doktora tezi), Ankara, 1999, s. 136-181.
15 .. BAKIRER, a.e. a.y.
16 F. SARRE-E. HERZFELD, Arch.ologische Reise im Euphrat und Tigris Gebiet, Berlin 1912-20, II, s. 229, 314-18, M. CEZAR, a.e., s. 396, 404.
17 .. BAKIRER, a.e. a.y.
18 Y.e., s. 264-66, 235-242, 247-255.
19 Y.e., s. 245-46, 255-58; Z. BAYBURTLUOĞLU, “Niğde-Aksaray, Selime Kôyü türbesi”, .nasya, 6/65, Ankara 1970, s. 14, 15.
20 .. BAKIRER, a.e., s. 221.
21 Y.e., s. 222-225; .. BAKIRER, “Harput Ulu Camii Minaresi”, Bedrettin Cômert‟e Armağan, Hacettepe .niversitesi, ve BeŞeri İlimler Fakültesi, BeŞeri Bilimler Dergisi, .zel sayı, Ankara 1980, s. 375, 395.
22 .. BAKIRER, Selçuklu .ncesi ve Selçuklu Dônemi Anadolu Mimarisinde Tuğla Kullanımı, Ankara, 1981, cilt. 1. s. 259-261, 266-274.
23 Y.e., s. 348-49, 368-69, 407-09, 491-92., Malatya ve Aksaray‟da ait oldukları yapılar yıkıldıkları için halen tek baŞlarına ayakta duran tuğla minareler de kuŞkusuz aynı taŞ yapı, tuğla minare ikileminin ôrnekleridir. 1249
24 Y.e., s. 276-300, 316-35, 384-87, 390-91, 399-409, 427-35, 444-53, 467-68.
25 S. .GEL, Anadolu Selçuklularının TaŞ Tezyinatı, Ankara 1987 (1966), Res. 1.
26 .. BAKIRER, “Erken Dônem Mimari Süslemesinde Geometrik Düzen Denemesi”, VIII. Türk Tarih Kongresi, Ankara 1976, Bildiriler, Ankara 1981, s. 951-959.
KAYNAKLAR
ARIK, O., “The Culture of the Seljuk and Ottoman Periods”, Arts of Cappadocia, Geneva: Nagel, 1971, s. 35-37.
ARIK, O., “BaŞlangıç Dônemi Anadolu Türk Mimari Tezyinatının Karakteri”, Malazgirt Armağanı, TTK, Ankara 1972, s. 173-77.
ASLANAPA, O., Türk Sanatı, I, İstanbul 1972.
BAKIRER, .., “Harput Ulu Camii Minaresi”, Bedrettin Cômert‟e Armağan, Hacettepe .niversitesi ve BeŞeri İlimler Fakültesi, BeŞeri Bilimler Dergisi, .zel sayı, Ankara 1980, s. 375-395.
BAKIRER, .., Selçuklu .ncesi ve Selçuklu Dônemi Anadolu Mimarisinde Tuğla Kullanımı, 2 cilt, Ankara 1981.
BAKIRER, .., “Erken Dônem Mimari Süslemesinde Geometrik Düzen Denemesi”, VIII. Türk Tarih Kongresi, Ankara 1976, Bildiriler, Ankara 1981, s. 951-959.
BAKIRER, .., “Geometric Aspects of Brickbonds and Brick Revetments in Islamic Architecture”, International Congress on Islamic Architecture and Urbanism, King Faisal University, Dammam, Jan. 1980, Proceedings (ed. A. Germen), Dammam King Faisal University, 1983, s. 87-120.
.. BAKIRER, “Anadolu Mimarisinde TaŞ ve Tuğla İŞçiliği” BaŞlangıcından Bugüne Türk Sanatı, Ankara 1993, s. 266-68.
.. BAKIRER, “Anadolu Selçuklu Mimarisinde Yapı Malzemeleri”, IV. Milli Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Semineri Bildirileri, 25-26 Nisan, 1994, Konya 1995, s. 173.
BAYBURTLUOĞLU, Z., “Niğde-Aksaray Selimekôyü Türbesi”, .nasya, sayı 6, Ankara 1971, s. 65-66.
CEZAR, M., Anadolu .ncesi Türklerde iehir ve Mimarlık, İstanbul 1977.
COHN-WIENER, E., Turan, İslamische Baukunst in Mittelasien, Berlin, 1930.
DIEZ, E., Churasanische B.udenkmaler, 2. cilt, Berlin 1918.
DURUKAN, A., “Selimede‟ki Türbe ve Anadolu Türk Sanatı‟ndaki Yeri”, Bedrettin Cômert‟e Armağan, Hacettepe .niversitesi, Sosyal ve İdari Bilimler Fakültesi, BeŞeri Bilimler Dergisi, .zel Sayı, Ankara 1980, s. 413.
GRABAR, O. -HILL, D., Islamic Architecture and Its Decoration, London 1965.
GRABAR, O., “The Earliest Commemorative Structures”, Ars Orientalis, VI, Michigan, 1966, s. 7-47.
KUBAN, D., “Orta ağ Anadolu Türk Sanatı Kavramı .zerine”, Malazgirt Armağanı, TTK, Ankara 1972, s. 103-17. 1250
LLOYD, S., “Building in Brick and Stone”, History of Technology, (der. Singer, Holmyard, Hall), Oxford 1954-56, s. 456.
.GEL, S., “Orta ağ erçevesinde Anadolu Selçuklu Sanatı”, Malazgirt Armağanı, TTK, Ankara 1972, s. 131-38.
POPE, A. U., (der. ), A Survey of Prsan Art and Architecture, Oxford, 1967, (Londra 1939).
L. REMPEL, “The Mausoleum of İsmail Samanid”, Buletin of the American Institute for Persian Art and Archaeology, sayı: IV (1936), s. 198-209, iek. 1-7.
SARRE, F., -HERZFELD, E., Arch.ologische Reise im Euphrat und Tigris Gebiet, 2. cilt, Berlin 1912-1920.
SCHRODER, A., “A Note on Sangbast”, Bulletin of the American Institute for Persian Art Archaeology, IV, 1936, s. 136-39.
STRONACK, D., -T. T. YOUNG Jr., “Three Seljuk Tomb Towers”, Iran, IV, London 1966, p. 1-20.
SEHER-THOSS, S., -SEHER-THOSS, H., Design and Colour in Islamic Architecture, Washington, D. C., 1968.

YAZAR, T., Nahçivan Mimarisi, (Hacettepe .n. Sosyal Bilimler Enstitüsü, basılmamıŞ Doktora tezi), Ankara 1999.

10 Ocak 2015 Cumartesi

ÇAĞATAY HANLIĞI

ÇAĞATAY  HANLIĞI
Cengiz Han (1155-1227), ölmezden önce Moğolistan dıŞında kalan batı bölgelerindeki fethedilen ülkeleri oğullarına tahsis ederken Türkistan ikinci oğlu Çağatay Han‟ın hissesine düşmüştü. Kaynaklarda zikredildiğine göre ona tahsis edilen ülkenin hudutları, doğuda Beş-Balık bölgesini içine alacak şekilde başlıyor, batıda Ceyhun (Amu-Derya) ırmağına kadar uzanıyordu. Kuzeyde ili havzası ve Yedi-Su bölgelerinin hanlık sahasına dahil olduğunu, Çağatay Han‟ın yaylağının ili boyunda, kışlağının ise Yedi-Su havzasında Kayalık şehri yakınında oluşundan anlaşılmaktadır. Zaten bu bölge hanlığın başkenti durumundadır. Ceyhun ırmağı hudut olduğuna göre hudutlar güneyde Horasan‟ı dışarıda bırakmaktaydı. Ancak Ceyhun ırmağının başlangıcında yer alan Bedahşan, Belh ve Gazne bölgelerini, Şerefüddin Ali Yezdî, hanlık sahasına dahil etmektedir.3Ayrıca …ÜrgençŒ şehri ve Harezm ülkesinin esas bölümünün Cuci (Coçi) ulusuna ait olduğunu bilmekteyiz. Ayrıca Çağatay hanları adına basılan paralarda devamlı olarak Otrar, Kenced ve Talas (Taraz) isimleri bulunduğuna göre, bu Şehirler ve bölgeler de Çağatay Hanlığı sahasına girmekteydi. Bu duruma göre Doğu Türkistan bütünüyle Batı Türkistan‟ın Harezm ve Türkmenistan bölümleri  hariçŒ Çağatay Hanlığı sahasına girmekteydi. Çağatay ulusu bu saha içerisinde teşekkül etmiştir. Yalnız Çağatay Han‟a tahsis edilen bu ülkede bütün Şehirler …ürgenç Œili Mahmut YalavaçŒ adında bir Türk umûmî vali tarafından Kağan namına idare edilmekteydi. Cengiz Han 1223 yılında Türkistan‟ı terk etmezden önce, onu kendi namına bütün Türkistan şehirlerini idare etmek üzere vazifelendirmiĢşti. Bu vazife „Ögeday Kağan zamanında da devam etmiş, bütün Türkistan şehirlerinin idaresi ve vergilerinin toplanması ve kağanlığa gönderilmesi onun idaresine bağlanmıştı.Çağatay Hanlığı sahasındaki bütün şehirleri idare eden Mahmut YalavaçŒ, Hocent şehrinde otururdu ve ancak kağana karşı hesap vermekle mükellefti. Bütün Türkistan şehirleri, ister mahalli hanedan mensupları ister tayin edilen Darugaçin ve Tangmaçi isimlerindeki idareciler olsun, hep umûmî vali Mahmut YalavaçŒ vasıtasıyla doğrudan doğruya kağanlık makamına bağlanıyorlardı. Dolayısıyla Çağatay ülkesindeki şehirler, çağatay Hanlığı‟nın hakimiyeti dışında kalmaktaydı. 1239 yılında Buhara ve yakınındaki Tarab kasabasında zuhur eden isyan ile Mahmut YalavaçŒ meşgul olmuştu. Bu isyanı vesile ederek Mahmut Yalavaçı vazifesinden tard eden çağatay Han, kağana hesap vermek ve haddini aştığını kabul etmek mecburiyetinde kalmıştı. „Ögeday Kağan, ağabeyisinin üzerine fazla varmamış, Mahmut YalavaçŒ‟ı çin‟e vali tayin etmiş ancak onun yerine oğlu Mesut YalavaçŒ‟ı aynı salahiyet ile umûmî vali yapmıştı. Bu durum göstermektedir ki Çağatay hanları umûmî valiye müdahale hakkında sahip değildiler. Çağatay Han ve halefleri, daha sonra görüleceği üzere ancak bütün Türkistan‟ın şehir dışı hayatına, yaylak, kışlak ve otlaklarına hakim olabilmişlerdir. Bu münasebetle Çağatay ulusu yalnızca şehir dışında yaylak ve kışlak hayatı yaşayan, hayvancılıkla meşgul olan kır nüfusunu ifade eden bir deyim olacaktır. Hatta şehir dışı kır nüfusundan olanlara Çağataylı, şehir nüfusundan olanlar için  
Maveraünnehirli tabirinin kullanıldığını daha sonraki devrelerde görebilmekteyiz. Cengiz yasası ve Moğol ananesinin bu durumun meydana gelişinde esas olduğu muhakkaktır.
Zira yalnızca hayvancılıkla hayatlarını sürdüren Moğollar, bu hayat tarzının dışında yerleşik medeniyetin icaplarından olan ziraat, ticaret, el sanatları ve esnaflık ile katiyen ilgilenmiyorlardı. 1240 Kurultayı‟nda „Ögeday Kağan, ağabeyisi Çağatay‟ın da tasvibi ile yaptığı ve muvaffak olduğu meselelerden iftiharla bahsetmektedir.
1. Şehirlere valiler ve idareciler tayin ederek şehir dışı yaylak, kışlak ve otlakları millete tahsis etmek
2. Toprağı Moğollara tahsis ederken susuz bölgelerde kuyular açtırarak milletine su ve otlak yeri temin etmek.
Ögeday Kağan, Çanay ve Uygurtay adındaki iki adamını sırf bu iĢşleri tanzim etmek üzere vazifeli kılmıştı. Hakikatte Kağan, bu işleri yaparak Moğol milletinin hayat tazına uygun bir şekilde hizmet etmekteydi. Çünkü Moğollar için şehir hayatı cazip değildi. Zaten hayvan sürüleri ve hayat tarzları onların şehirlerde oturmasına mani idi. Böylece şehir hayatından uzak kalarak hem cengaverliklerini koruyarak gevşemiyorlar ve hem de büyük nüfus içinde erimeyi önlemiş oluyorlardı. Şehirlerin idaresini ise mahalli hanedan mensupları veyahut da Mahmut YalavaçŒ‟a bağlı DarugaçŒin ve Tangmaçinler ile temin ediyorlardı. Hatta değil şehirde oturmayı orada vali olmayı dahi Moğollar hakir bir vazife olarak görüyorlardı. Deşt-i Kıpçak seferi sırasında „Ögeday Kağan‟ın oğlu Kiyuk, Batu Han‟a (1227-1256) karşı itaatsizlikte bulunmuştu. „Ögeday Kağan, durumu öğrenince büyük bir hiddete kapılmış ve bu münasebetle suçlu oğlunu azarlarken, kendisini şehirlere TangmaŒi (vali) olarak tayin etmekten söz etmişti.Bu durumdan anlaşıldığına göre şehre idareci olmak bir Moğol asilzadesi için hakaret manasına gelmekteydi.
Çağatay Han‟ın ordası ilkbahar ve yaz aylarında ili Irmağı havzasında Almalık şehrine yakın bir mahal olan Kuyaş‟da, sonbahar ve kış aylarında ise ili Irmağı‟nın Yedi-Su havzasında ulaştığı yerde Kayalık şehrine yakın bir yerde bulunurdu. Bu duruma göre Hanlığı‟n bir yaylak başkenti bir de kışlak başkenti olmak üzere iki merkezi vardı. Tabiî Çağatay Han‟ın ordası dediğimiz zaman ki kaynaklarda Uluğ-Ev adı kullanılıyordu- onun Uluğ-Ev‟i etrafında binlerce Œadırın kurulduğu çadırlı-Yurt manasında ve iki menzil arasında taşınılabilen bir merkez olarak düşünülmelidir. Yani hanlar da dahil kırlarda şehirlerin dışında yaşanılıyordu. Cengiz Han‟ın ordusu Moğolistan‟da iken Moğol kabilelerine dayanmakta idi. Daha sonra Uygur bakşılarının teklifi ile klasik Türk devlet yapısındaki onlu sisteme gelişmiş ve kabile askeri yerine bozkırlı Türklerin birliklere girmesi ile askeri birliklerin sayısının yer yer on hatta yirmi misline kadar arttığı görülmüştü. Dolayısıyla Moğolların Türkistan‟a girişi münasebeti ile binlikler bir tümen veyahut iki tümene hatta bazen üçŒ dört tümene erişecek şekilde artmış bulunuyordu. Bu vaziyet Moğolların şehre girmemesine rağmen kısa zamanda Türkleşmelerini hazırlayacaktır.  
Çağatay Hanlığı‟nın kuruluş döneminde Çağatay Han‟ın emrine dört tane binbaşı verilmişti. Bunların Barlas, Celayir, Sulduz, Arlat kabilelerinin binlikleri ve binbaşıları olduğu anlaşılmaktadır. Daha sonra bu dört tane binliğin asgarî bir tümen hatta bazen iki tümen ve üçŒ tümene kadar büyüdüğünü Çağatay Hanlığı yapısı içinde görmekteyiz.
Cengiz Han‟ın sağlığında Moğol örf ve adetine en riayetkar ananeyi en iyi bilen ve Cengiz Yasası‟nın en iyi tatbikçisi olarak Çağatay Han ün yapmıştı. Diğer kardeşleri ile birlikte babasının Harezmşahlar üzerine yaptığı sefere katılmış hatta en sevdiği oğlu Mu-Tekin, Bamiyan Muhasarası esnasında 1221 yazında maktul düşmüştü.  
Çağatay, Celaleddin Harezmşah‟ı takip vazifesi verildiği için 1221/1222 kışını Hindistan hududunda geçirmiĢti. Daha sonraki yıllarda Cengiz Han‟ın 1226-1227 yıllarında Tangut üzerine yaptığı son sefer boyunca Çağatay, Uluğ Yurt‟ta bırakılan birliklerin kumandanı olarak babasına vekaleten naiblik etmişti. Seferin sonunda Cengiz Han öldüğü için babalarının cenaze merasimini, seferden onunla beraber dönen „Ögeday ve Tuli ile birlikte yapmışlardı. Büyük kardeşleri Cuci Cengiz Han‟dan altı ay önce öldüğü için bu seferde ve merasimde bulunamamıştı. Daha sonra ertesi yıl yapılacak kurultayda buluşmak üzere kardeşlerinden ayrılarak yurduna dönmüştü. Zaten babaları hayatta iken kardeşler babalarının huzurunda „Ögeday‟ı kağanlığa halef olarak seçmiş idiler.  1228 Sıçan yılında toplanan kurultayda Çağatay Han, kardeşlerin en büyüğü olarak „Ögeday‟ı elinden tutarak bizzat kendisi kağanlık makamına oturtmuştu. Bu merasimden sonra da kendi yurduna dönmüştü.
Çağatay Han‟ın pek Œçok hanımı olmakla beraber bunlardan en muteber olanı ikisi idi. Bunlardan birincisi Yisülün Hatun‟dur. Yisülün Hatun‟un anası Börte-FüŒin Hatun‟un yeğeni idi. Yani o da Kongırat kabilesi noyanlarının soyundandı. Cengiz Han‟ın Hatun‟u çağatay‟ın anası Kongırat ümerasından Day-SeŒen‟in kızıydı. Day-SeŒen‟in oğlan kardeşi Dari-Tay‟ın torunu ise Yisülün Hatun‟dur. Çağatay Han‟ın ikinci hanımı ise Yisülün Hatun‟un kız kardeşi Tüken Hatun idi.Çağatay Han‟ın sekiz tane oğlu olmuştu.
Bunlar yaş sırasına göre 1-Muçi-Yebe, 2-Mu-Tekin, 3-Bilkişi, 4-Sarban, 5-Yisun-Müngge, 6-Baydar, 7-Kadakı, 8-Bayçu‟dur.Çağatay Han oğulları içinde en fazla ikinci oğlu Mu-Tekin‟i severdi. Cengiz Han da bu torununu ziyadesiyle sever ve daima yanında bulundururdu. Cengiz Han sevdiği torununun Bamiyan‟da ölümü üzerine gazaba gelmiş ve Bamiyan şehrini bütünüyle tahrip ettirmişti. Çağatay Han‟ın vefatından sonra ona halef olan Çağatay hanları, istisnaları bir tarafa bırakılacak olursa umumiyetle Mu-Tekin‟in neslinden gelmiĢşlerdir. Ocak-ġubat 1242 yılında „Ögeday Kağan‟ın ölümünden birkaçŒ ay sonra Çağatay Han‟ın da öldüğünü kaynaklardan tespit edebiliyoruz.
Kara-Hülagü Han (1242-1246)
Çağatay Han, Yisülün Hatun‟dan olan ikinci oğlu Mu-Tekin‟i Bamiyan‟da kaybedince ü.üncü oğlu Bilkişi‟yi veliaht yapmak istemişti. Ancak o da on üçŒ yaşında vefat etmişti. Bunun üzerine  
Çağatay Han Mu-Tekin‟in oğlu Kara-Hülagü‟nün veliaht olmasını istemiştir. Mu-Tekin‟in, Bayçu, Börü, Yisun-Tuva, ve Kara-Hülagü adlarında dört oğlu vardı. Kara-Hülagü kardeşlerinin en küçüğü idi.Çağatay Han ölünce onun vasiyetine uyarak Han‟ın hatunu başta olmak üzere vezir Habeş Amîd ve Çağatay Sülalesi mensupları hep birlikte Kara-Hülagü‟yü hanlık makamına oturttular. Bu sırada Kağan seçilemediği için vekaleten „Ögeday Kağan‟ın hanımı Tura-Kina Hatun niyabeten bu makamda bulunuyordu. Kara-Hülagü Han‟ın bu hanlığı 1246 yılında Kiyuk‟un kağan seçilmesine kadar devam etmiştir. Kiyuk Kağan (1246-1248) bu makama gelir gelmez Kara-Hülagü Han‟ı azlederek onun yerine Çağatay Han‟ın beşinci oğlu Yisun-Müngge‟yi hanlık makamına tayin etmiĢtir. Kara-Hülagü Han‟ın hanımı Organa Hatun, Çağatay Han‟ın kız kardeşi çiçakin hatun ile Oyrar Turalçi Küregen‟in kızıydı. Dolayısıyla Çağatay Han gelininin dayısı olmaktaydı. Kara-Hülagü Han‟ın Organa Hatun‟dan bir oğlu olmuştu. Mübarek-şah adını taşıyan bu zat Çağataylı ailesi içinde ilk Müslüman olan şahsiyettir.
Yisun Müngge Han (1246-1251)
1246 Kurultay‟ında Kiyuk, kağan seçildikten sonra Çağatay ulusunun başında bulunan Kara-Hülagü Han‟ı tahttan azletmişti. Zira Kiyuk Kağana göre oğul dururken torunun tahta Œçıkması uygun değildi. Çünkü o sırada Çağatay Han‟ın oğullarından Yisun-Müngge hayatta idi.Çağatay Han‟ın beşinci oğlu Yisun-Müngge kaynakların verdiği bilgiye göre devamlı sarhoş gezer, devlet işlerini hanımı Tayşi Hatun ve veziri Bahaeddin Merginani yürütürdü. Vezir Bahaeddin Merginani bir ilim adamı, alimleri ve ilmi koruyan muhterem bir zat idi. Babası Ferganalı bir alim, annesi ise Kara-Hanlı sülalesinden Togan Han‟ın neslinden gelmekteydi. Çağatay Han‟ın veziri Habeş Amid tarafından yetiştirilmişti. Hatta Çağatay‟ın oğullarından Yisun-Müngge‟nin yanına Bahaeddin Merginani‟yi veren e Habeş Amid idi. 1251 yılına kadar Yisun-Müngge‟nin hanlığı devam etti. Bu yıl içinde yapılan kağanlık seçiminde Müngge Kağan seçilince Kara-Hülagü tekrar hanlığa iade edildi ve Yisun-Müngge katledilirken ciddi bir ilim adamı olan Bahaeddin Merginani de katledilenler arasındaydı.30 Ancak hanlığına iade edilen Kara-Hülagü, hanlığa oturamadan yolda ölecektir. Onun hatunu Organa Hatun hem Kara-Hülagü‟ye ve hem de ona halef olacak oğlu Mübarek-ġah‟a vekaleten 1251 yılından 1261 yılına kadar Çağatay ulusunun başında idareci olarak kalacaktır. 1251 yılında Kara-Kurum‟da Müngge Kağan‟ın (1251-1259), kağan seçildiği kurultay Çağatay ve „Ögeday nesli için Œçok büyük hadiseler ve neticeler meydana getirmişti. Çünkü Müngge Kağan‟ın seçiminden sonra kağana karşı bir suikast hareketi ortaya ŒıkarılmıĢ, ağatay ve „geday sülˆlesinin bütün yetiĢkin Œağda olan mensupları ve devlet ileri gelenleri ile ümeradan bir kısmı yasa gereği katledilmişlerdi.Kara-Hülagü Han Müngge Kağan‟ın taraftarı olduğu için bu hareketin dışında idi. Ancak o da Çağatay hanlığı makamına dönerken yolda vefat edecektir. Böylelikle Kara-Hülagü Han‟ın oğlu Mübarek-şah küçük yaşta olduğu için hanlığa nasbedilmiş, fakat annesi Organa Hatun nıyabeten 1261 yılına kadar fiilen on yıl hanlık makamını idare edecektir. Yukarıda da söylediğimiz üzere Organa Hatun, Cengiz Kağan‟ın kızı çiçakin Hatun ile Oryar emirlerinden Turalçi Küregen‟in kızı idi.
Bu bakımdan Moğol aristokrasisinde ve kurultaylarında iki taraftan Cengizli olduğu için yeri itibarlıydı. Hatta 1255 yılı yazında Hülagü Han kağanlık yurdundan ilhanlı ulusunun başına giderken  Çağatay yurdunda Organa Hatun tarafından misafir edilmişti. 1259 yılında Müngge Kağan‟ın ölümünden sonra ortalık yine karışmış ve Müngge Kağan‟ın kardeşleri Arık Buka ile Kubilay, kağanlık için mücadele ettiği dönemde de Organa Hatun‟un oğlu Mübarek-şah‟a nıyabeten hüküm sürüşü devam edecektir.1261 yılında Çağatay‟ın altıncı oğlu Baydar‟ın oğlu Algu Han, Çağatay tahtı için ortaya çıkacaktır. Algu, Arık Buka tarafından Çağatay Hanlığı makamına gönderilmiş ve hanlık makamını ele geçirdikten sonra Arık Buka‟ya erzak ve askerî malzeme göndermek için emir verilmiŞti. Algu, Çağatay Hanlığı‟nı istiklalineˆ kavuşturmak arzusunda olduğu için silah yardımını göndermekten imtina etmiş, Arık Buka ile Kubilay arasındaki mücadelede dışarıda kalmayı tercih etmişti. Bunun üzerine Arık Buka, Algu üzerine yürümek istemiş ise de 1262 yılında Sayram‟a (Süt Göl) yakın bir yerdeki Polat mevkiinde muharebe etmişler ve bu muharebeyi Algu kazanmıştı. Ancak daha sonra Arık Buka tekrar zafer kazanmayı temin etmiş, fakat 1263 yılında Kubilay Kağan‟ın ordularının üzerine geldiğini öğrenince Çağatay bölgesini terk etmişti.
Bu münasebetle de Algu Han, Çağatay Hanlığı‟nı tekrar derleyip toparlamaya muaffak olacaktır. 1266 yılında Algu Han öldüğü sırada Çağatay Hanlığı, kağanlığın vesayetinden kurtulmak için mücadele vermekte idi. Hatta şehirlerin idarecisi durumunda olan Mesut YalavaŒ Bey de kağanlık merkezindeki bu karışıklıktan dolayı Algu‟ya yakın davranmıştı. Algu Han‟ın Kıyan, otu ve Tok-Timur adında üçŒ oğlu vardı. Algu Han‟ın 1266 yılının ilk aylarında ölümü üzerine Kara-Hülagü Han‟ın oğlu yetişkin yaşa girmiş olan Mübarek-şah, Cemali Karşî‟ye göre hanlık makamına oturmuştu. 1266 Martı‟nda hanlığa Mübarek-şah‟ın kendiliğinden oturmuş olması Kubilay Kağan‟ın hoşuna gitmemişti. Eylül ayında, yani altı ay sonra, Yisun-Tuva‟nın oğlu Barak, Kubilay tarafından Çağatay ulusuna han olarak gönderilecektir. Yine Cemali Karşî‟nin nakline göre Eylül ayının içinde Barak gelip duruma hakim olacaktır. Mübarek-şah kaynaklardan anlaşıldığına göre yumuşak huylu bir zat idi. Nitekim Barak‟a boyun eğerek onun maiyyetine girmiş ve hizmet etmiştir. Mübarek-şah‟ın beş tane oğlu vardı. Bunlar sırasıyla şunlardır: 1. Olcay-Buka, 2. Buralgay, 3. Hur-Kaday, 4. isen-Pulat, 5. Kadak.
Barak Han (1266-1271)
Çağatay Han‟ın oğullarından Mu-Tekin‟in torunu ve Yisun-Tuva‟nın oğludur. Babası Yisun-Tuva 1251 yılında Müngge Kağan‟ın seçimine muhalefet ve suikast hareketine katıldığı için idam edilmişti. Bu hadiseden sonra katledilen şehzadelerin Œçocukları, Karakurum‟da terbiye edilmek üzere bırakılacaklardır. Barak ve kardeşleri de bunlar meyanında idiler. Kubilay Kağan 1264 yılında kardeşi Arık Buka‟yı bertaraf ettikten sonra Algu‟nun ölümü üzerine boşalan Çağataylı tahtına Mübarek-şah‟ın kendiliğinden oturmasını hoş görmeyerek onun yerine Barak Han‟ı Çağatay ulusuna han tayin etmişti. Barak böylece Çağatay Hanlığı tahtına Œçıkacaktır. Arık Buka ile Kubilay‟ın kağanlık için mücadelesi sırasında „Ögeday Kağan‟ın imil ırmağı havzasında oturan torunu Kaydu Han, „Ögeday ulusunu tekrar canlandırmıĢtı. Barak, ulusuna ulaĢtıktan sonra kısa zamanda duruma hakim olmuĢ ve hatta Mübarek-şah‟ı dahi maiyyetine alarak onu Av Emiri, yani BarsŒı‟lığına tayin etmişti. Barak Han, ağatay ulusuna hakim olduktan sonra Kaydu Han ile Ġl- hanlı hükümdarı Abaka Han ile ve hatta Kubilay Kağan‟a karşı dahi Çağatay ulusunu müdafaa mecburiyetinde kalacaktır. Hanlığının ilk yılında  
Kubilay Kağan‟ın Çağatay ülkesine Moğultay ismindeki kumandanıyla gönderdiği orduyu mağlup etmiş, hatta Doğu Türkistan‟daki Hoten şehrine kadar onları kovalamıştı. „Ögeday ulusunun başındaki Kaydu Han ile yaptığı muharebeler iyi gitmekte iken 1267 yılındaki son muharebeyi kaybederek Semerkant yakınlarına Œçekilmek mecburiyetinde kalmıştır.Daha sonra „Ögeday Kağan‟ın torunu Kadan-Oğul‟un oğlu Kıpçak-Oğul Barak Han‟ın yanına elçi olarak gelmiş ve sulh yapılmıştı. Ertesi yıl 1269‟da Talas yakınında müşterek bir kurultay toplanmış, „Ögeday ve Çağatay sülalalerinin mensupları, kumandanları hep bir araya gelmişlerdir. Vassaf‟ın nakline göre bu kurultay 1268 yazında Semerkant yakınlarındaki Katvan ovasında olmuştu.Ancak hadisenin seyrinden anlaşıldığına göre Vassaf‟ın vermiş olduğu bu yer kurultay yeri değil, „Ögeday ulusunun elçisi olan Kıpçak-Oğul‟un, Hanın ordasına geldiği yer olmalıdır. 1269 kurultayı Barak Han‟ın Kaydu Han‟a tˆbiliği kabul ettiği kurultay olarak görülür. Yani Barak, Kubilay Kağan‟ı değil, Kaydu Han‟ı kağan gibi kabul etmekteydi. ġehirleri idare eden Mesut YalavaŒ ise bundan sonra topladığı vergileri kağanlığa değil, Kaydu Han‟a gönderecekti.
Ayrıca Barak Han, Doğu Türkistan‟ın ana bölümünü Kaydu Han‟a terk ediyordu. 668 hicri yılı baharında yani 1270 yılında, Barak Han‟ın ordusunda Kaydu Han‟ın KıpŒak-Oğul ve apat emrinde gönderdiği birliklerden başka Çağataylı şehzadelerden Ahmet Börü, Nikbay-Oğul, Taligu ve Mübarek-şah da kendi birlikleri ile yer almışlardı. Ayrıca kardeşleri Mümin ve Yasar-Baylı (Vassaf‟ta Yasavur) da Barak Han‟ın yanındaydılar. Bu ordu iki kol halinde Ceyhun ırmağını geŒtiler. Bu kollardan birincisi Tirmiz yakınından gerçerek Bedehşan, Talkan, iıbırgan üzerinden ilerlerken, diğer kol Amuy yakınından Ceyhun‟u geŒerek Merv, Mervcik bölge ve şehirlerini ele getirerek Nişabur‟a varmazdan evvel birleşmişlerdi. Abaka Han‟ın gönderdiği kuvvetleri burada mağlup eden Barak Han, Nişabur‟u da zaptetti. Daha sonra 1270 yazında cereyan eden ikinci muharebede Kaydu Han‟ın gönderdiği yardımcı kuvvetlerin Barak Han‟dan ayrılarak geri dönmesi dolayısıyla Barak yalnız başına Abaka Han ile karşılaşmak mecburiyetinde kalacaktır. Bu muharebeyi Barak kaybederek Ceyhun‟un kuzeyine çekilecektir. Ertesi yıl ilhanlı kuvvetleri Ceyhun‟u geçerek Çağatay ülkesine girmişler ve Barak Han‟ı çok güçŒ durumda bırakmışlardı.
Kaydu Han amcazedesi Barak Han‟a yardımcı olabilmek için Maveraünnehir‟e girecektir. Bu kuvvetlerin gelişi dolayısıyla ilhanlı hükümdarı Abaka‟nın kuvvetleri süratle Ceyhun‟un güneyine çekileceklerdir. Ancak Barak Han, bu hadise sırasında vefat edecektir. Vassaf‟a göre Barak kendisine ikram edilen şarabı içtikten sonra ölmüştür. Zira bu şarapta zehir vardı. Öldüğü sırada saltanatının altıncı yılında idi. Uluğ Bey aynı ifadeyi tekrarlar. Kadı Ahmet Gaffar-ı Kazvinî, 669 Koyun yılının nihayetinde öldüğünü kaydetmektedir.Bu da 1271 yılı sonbaharına tekabül etmektedir. Barak Han ölmezden bir yıl önce İslamiyet‟i kabul ederek Sultan Gıyaseddin unvanını almıştı. Kaynaklar bu hususta ittifak halindedirler. Barak Han öldüğü zaman geriye beĢ tane oğul bırakmıştı. Bunların adları sırası ile 1-Bek-Timur, 2-Duva, 3-Tokta, 4-Uladay ve 5-Bozan46 idi.
Nikbay Han (1271-1274)
Barak Han‟ın 1271 yılı sonlarında vefat edişinden sonra Çağataylılardan Nikbay‟ın diğerleri arasında önde olarak ortaya Œçıktığını görmekteyiz. Çağatay Han‟ın dördüncü oğlu Sarban‟ın oğludur.Algu Han ve Barak Han zamanlarında ordu kumandanı olarak hizmet gördüğünü bildiğimiz bu hanzade, Barak‟ın vefatından sonra Œıkan karıĢıklıklar sırasında Ġlhanlı ordusunun Buhara‟dan baĢlayarak Ceyhun‟un ötesine atılmasında Vassaf‟ın verdiği bilgilere göre Abaka, Buhara‟ya girdikten sonra elli bin kişiyi katlettirmiş, şehrin abidelerini de tahrip ettirmişti. Hatta Mesut YalavaçŒ‟ın yaptırdığı büyük Mesudîye Medresesi bu tahrip olanlar arasında bulunmaktaydı. Nikbay, Gaffari‟nin nakline göre 671 yılında Abaka‟nın kuvvetlerini mağlup etmiş ve Çağataylı toprağından ŒçıkarmıĢtı. Reşidüddin ise Nikbay‟ın hanlığının üçŒ yıl kadar sürdüğünü söylemektedir. Bu duruma göre onun hanlığı 1274 yılı içinde bitmiş olmalıdır.
Buka-Timur Han (1274-1277)
Nikbay Han‟ın kısa ve mücadele içinde geçen hükümdarlığından sonra Buka-Timur ona halef olmuştur. Buka-Timur Han, Çağatay Han‟ın yedinci oğlu Kadatı‟nın oğludur. Kaydu Han‟ın yarlığı ile han olmuştu. Reşidüddin onun hakkında pek bilgi vermemektedir. Ancak SaçŒkıran hastalığından vefat ettiğini söylemektedir. Yalnızca Kadı Ahmet Gaffar-ı Kazvinî vefat tarihi olarak 671‟i vermektedir. Bu duruma göre üçŒ yıl kadar hanlık etmiştir.
Duva Han (1277-1307)
Buka-Timur Han‟ın ölümünden sonra Duva Han onun yerine Çağatay Hanlığı makamına gelmiştir. Kaydu Han‟ın yarlığı ile Çağatay ulusunun başına geçen Duva Han, Barak Han‟ın beş oğlundan ikincisidir. Onun otuz yıl süren saltanatı müddetince Çağatay Hanlığı üst üste gelen tahribat yağma ve katliamların meydana getirdiği yaraların tedavi gördüğü devre olacaktır. Zira Duva Han‟ın da Kaydu Han kadar dirayetli ve siyasî olduğu anlaşılmaktadır. Aralarındaki münasebet ve mesafeyi iyi ayarlayan Duva zamanında kaynaklarda verilen bilgilere göre harap şehirler imar edilirken Andican adında yeni bir şehir kurmuştu. Her ne kadar bu imar işleri Mesud Bey tarafından yapılıyor ve Kaydu Han‟a bağlı olarak yürütülüyorsa da netice itibariyle kendi hanlık sahası huzura kavuĢmuĢ olmaktaydı. Cemal Karşî‟nin nakline göre 1272 yılında Buhara‟nın tahribi sırasında yıkılan yerler tekrar canlanmış Mesudiye Medresesi yeniden imar olmuştu. 1289 yılında Mesud YalavaçŒ vefat edince medresenin yanında kendisi için yaptırmış olduğu türbeye defnolunmuştur. Ekim 1289 yılında vefat eden Mesud Bey‟in yerine büyük oğlu Ebubekir YalavaçŒ, Kaydu tarafından tayin olunmuştu. Marco Polo‟nun nakline göre Kubilay Kağan‟ın batıdaki hududu Hoten şehrine kadar uzanıyor, onun batısında kalan Kaşgar, Yarkent, Aksu, Kara-HoŒo gibi şehirler daha öncede zikredildiği üzere Çağataylılar tarafından Kaydu Han‟a bırakılmıştı.Kubilay Kağan‟ın 1294 yılından ölümüne kadar Kaydu ve Duva arasındaki ittifaka karĢı ciddi bir taarruzu göze alamadığı yine Marco Polo tarafından nakledilmektedir. Bu durumdan istifade eden Duva Han, Horasan hududunu emniyete almış hatta Gazne dahil Hindistan‟a kadar olan bölgeleri hanlığı hudutlarına dahil etmiştir. Kaydu Han‟a bağlı olarak Œalışan Ebubekir YalavaçŒ‟ın 1298 yılında vefatı üzerine onun yerine kardeşi Satılmış Bey tayin edilmiştir. O da ağabeyi, babası ve dedesi gibi dirayetle şehirleri iyi bir şekilde idare etmiştir.  
Reşidüddin‟in nakline göre Kubilay Kağan‟ın halefi olan torunu Olcaytu Timur Kağan‟ın (1294-1307) dikkati Kaydu ile Duva ittifakına dönecektir. Zira Kaydu‟nun devleti büyük itibar kazanmıştı. Bunun üzerine Kaydu ile Olcaytu Timur Kağan arasında muharebeler başlayacak ve muharebe yaralanan Kaydu‟nun ölümü ile son bulacaktır.
Bu hadiselerin 1298 yılında başlayıp 1301 yılına kadar da devam ettiği bilinmektedir. Buna göre 1301 yılında Kaydu Han vefat etmiĢtir. Duva Han, Kaydu ile Olcaytu Timur Kağan arasındaki mücadeleye katılmamış ve bununla iyi bir politika takip etmiş olmaktaydı. Babasının ölümünden sonra Kaydu‟nun yerine geçen oğlu apar Han (1301-1306) babasının dirayetini gösteremeyecektir. Cemalî Karşî‟nin nakline göre, SatılmıĢ YalavaŒ 1303 yılında vefat etmiĢ, onun yerine Mesut YalavaŒ‟ın üŒüncü oğlu SevinŒ Bey, apar Han‟ın yarlığı ile şehirlerin idaresine tayin edilmiştir. SevinŒ Bey, babası ve dedesi gibi Hocent şehrinde oturmayıp, şehirlerin idaresinin merkezini Hocent‟ten Kaşgar‟a taşıyacaktır. Cemalî Karşî, o tarihte kendisi de Kaşgar‟da bulunuyordu.
Bu duruma göre 1303 yılında Duva Han ile apar Han arasında huzursuzluk meydana gelmişti. Daha sonra Œçarpışmalar zuhur edecek ve ittifak bozulunca bundan istifade eden Olcaytu Timur Kağan‟ın orduları, apar Han üzerine yürüyeceklerdir. Duva Han ile apar Han arasındaki ŒarpıĢmalar, nihayet 1304 yılında harbe dönüşmüş, çapar Han‟ın kuvvetleri Çağatay ülkesine girmişlerdir. Birinci muharebe Semerkant civarında ikinci muharebe ise Hocent yakınlarında cereyan etmiş ve apar Han mağlup bir vaziyette ülkesine doğru Œekilirken bu defa Olcaytu Timur Kağan‟ın orduları ülkesini istilˆ etmeye başlamıştı. 1305 yılında Œok üstün kuvvetler ile „Ögedaylıların yurduna giren kağanlık orduları Kaydu Han‟ın kurduğu bu güçlü ili tamamen dağıtmışlardı.
1305‟i 1306‟ya bağlayan aylarda dağılan kabilelerin bir kısmı kağanın ordularına boyun eğmiĢ, geri kalanlar ise apar Han baĢta olmak üzere Duva Han‟a sığınmak mecburiyetinde kalmıĢlardı. Duva Han, bu iltica edenleri Ceyhun ırmağını geçirerek kuzey Afganistan‟a iskan etmiĢti. Hatta onlardan bir kısmı Horasan üzerinden Ġlhanlı ülkesine giderek onlara iltica edeceklerdir. Böylece 1306 tarihinde Kaydu Han‟ın kırk yıl boyunca dirayetle topladığı ulusu tamamen tarihe karışmış oluyordu. Bu son hadise ve iltica durumundan sonra Duva Han ile çapar Han‟ın barıĢtıkları anlaşılmaktadır. Timur Han‟ın orduları, „geday ulusunu yok etmekle kalmamıĢ, ayrıca çağatay Hanlığı‟nın merkezi durumunda olan Ġli Irmağı havzası ile Yedi-Su ve Talas havzalarını da tamamen istilˆ ve yağma etmiĢlerdi. Duva Han, kağanın orduları ile mücadele etmiĢ ve daha ileri harekata devam etmelerini önlemişti. Reşidüddin‟e göre, bu muharebelerde yaralanmıĢ62 ve daha sonra bunların tesiri ile ölmüştür. Duva Han otuz yıl süren saltanattan sonra 13 Temmuz 1306-2 Temmuz 1307 tarihinde ölmüĢtür. Mu‟iniddin Natanzi, 24 Temmuz 1305-12 Temmuz 1306 tarihini vermekte ise de hadiselerin seyrinden 1307 tarihine daha uygun düĢmektedir. Duva Han öldükten sonra geriye bir hayli şehzade bırakmıştır. Bunların bir kısmı kendisini takiben sıra ile han olmuşlardır.
Künçük Han (1307-1308)
Duva Han‟ın ölümü üzerine Künçük Han babasının yerine Çağatay Hanlığı makamına gelmiştir. Ancak hanlık içinde karışıklıklar halen devam etmekteydi. Çağatay Han‟ın oğlu Mu-Tekin‟in oğlu Börü‟nün oğlu KadakŒı‟nın oğlu Taligu, KünŒük Han‟a karşı hareket edenler arasındaydı. Hatta Çağatay Ulusu‟na iltica eden Çapar Han ona yardımcı olmuştu. Abdül Gaffar Kazvinî‟nin nakline göre 707 yılı sonunda (1308 Mayısı) Börübaşı mevkiinde Künçük Han‟a baskın vererek kardeşleri Sorgu-Oğul ve Ebukan ile birlikte katledileceklerdir. Bunun üzerine Duva Han‟ın diğer oğulları birleşerek Taligu Han (1308-1309) üzerine yürüyeceklerdir. Dolayısıyla Künçük Han‟ın hanlığı bir yıl kadar sürmüştür. Taligu bu münasebetle hanlığını ilan edecektir. ilk yaptığı toy (kurultay)‟da Duva Han‟ın oğullarından Kebek‟in baskınına uğrayarak katledilecektir. Onunda hanlığı bir yıla yakın fakat karışıklık içinde geçmiştir. Abdül Gaffar Kazvinî‟nin nakline göre hadise 708 senesi sonu (1309 Haziran) 66 olmaktadır. Bu vakadan sonra Kebek ağabeyi isen-Buka‟yı Çağatay Hanlığı tahtına ÇıkarmıĢtır. Aynı yıl içinde toplanan Toy‟da han seçimi için yapılan toplantıda Kebek Han, ağabeyi isen-Buka‟yı eliyle hanlık makamına oturtmuştur. isen-Buka‟nın hanlığının üŒüncü yılına Buyantu Kağan (1311-1320) Çağataylı şehzadelerinden Yasavur-Oğlanı, eline yarlık vererek, Çağatay ulusuna Han olarak gönderdi. Bu durumu haber alan isen-Buka Han ve kardeşi Kebek, Doğu Türkistan hudutlarında onu karşılamak üzere ordularıyla hareket ettiler. Ancak yapılan mücadele Çağataylı sahasında farklı coğrafyalarda devam etmiş, fakat Yasavur, hanlık makamını ele geçiremeden ilhanlılara iltica etmek mecburiyetinde kalmıştır. Hatta daha sonra Yasavur‟a bağlılık gösterenler Afganistan coğrafyasında ve kısmen iran coğrafyasında bir tümen adı altında varlıklarını devam ettireceklerdir. isen-Buka Han, Gaffar-ı Kazvinî‟ye göre 1318 yılı sonu ve 1319 yılı başı civarında vefat etmiĢti.69 Mu‟iniddin Natanzi ise 719 yılını vermektedir. O da 1319 yılına tekabül eder. Ġsen-Buka Han‟ın mezarının NahĢep‟te (Karşı) olması ise Hanlığ‟ın merkezinin artık Kaşga Irmağı havzasına taşındığının bir ifadesidir.
Kebek Han (1319-1326)
Ağabeyi isen-Buka Han‟ın 1319 yılının ilk aylarında ölümü esnasında Kebek, Yasavur ile uğraşmakta idi. Nihayet onu perişan ederek ilhanlı ülkesine kaçmaya mecbur ettiği sırada Han‟ın öldüğü haberini alarak Çağatay Hanlığı makamına gelecektir. Mu‟iniddin Natanzi‟nin ifadesine göre, Yasavur Müslüman idi ve hacca gittiği sırada orada bir fedai tarafından katledilmişti. Böylelikle Kebek Han, Yasavur meselesinden kurtulmuş oluyordu. Kebek Han ağabeyi Künçük Han ve isen-Buka Hanların zamanından beri şahsiyeti ile dirayet ve kumandanlık vasıfları ile temayüz etmişti. Çağataylılar tarihinde Kebek Han‟ın önemi ilk defa adına para darbettiren hükümdar oluşudur. Çünkü o tarihe kadar kağanlık adına darbedilen anonim paralar mevcut idi. Yani Çağatay Hanlığı‟nın resmen istiklali Kebek Han ile başlamıĢtır. Kebek Han‟ın bastırmış olduğu paralar o kadar meşhur olmuştur ki, Ruslarda para karşılığı kullanılan Kapik kelimesinin Kebekî‟den (Kebek‟in bastırdığı para) geldiği ifade edilir. Çağatay Han zamanında hanlık ordasının adı bilindiği üzere Uluğ-Ev adını taşımaktaydı. Uluğ-Ev‟in olduğu yer de başkent sayılırdı. Kebek Han ise Saray manasına gelen Karşı adındaki hanlık makamını Kaşga-Derya havzasında yaptıracaktır. Burdan da anlaşılıyor ki Hanlığ‟ın merkezi eski Nahşep yeni adıyla Karşı Œevresine taşınmıştır. Kebek Han zamanı Çağataylıların huzura ve
kudrete kavuştuğu dönem sayılmalıdır. Namına darbettirdiği paraların sonuncuları Semerkant  tarihini taşıyan gümüş sikkelerdir. Halefi ilçigiday Han‟ın ilk parası 726 tarihini taşıdığına göre Kebek Han‟ın hanlığının sonu 1326 yılının ilk aylarına kadar uzamaktadır.72 ilçigiday Han, ağabeylerinden sonra 1326 yılı içinde hanlık yapmış, yalnız kaynaklardan anlaşıldığına göre bu kurultayın yapılacağı zamana kadar devam etmiştir. 726 yaz aylarında yapılan Toy‟da TarmaĢirin Han, hanlık makamına getirilecektir. ilçigiday Han‟ın namına darbettirdiği Ordu-yı Pazar 726 tarihli para dışında parası olmadığına göre bu hanlık takriben beş altı ay kadar sürmüĢtür.
Alaeddin Tarmaşirin Han (1326-1335)
1326 yılında hanlık makamına gelen Tarmaşirin Han‟ın ilk parası da 726 tarihini taşımaktadır.Çağatay hanları içinde Mübarek-şah ve Barak Han‟dan sonra gelen üçüncü Müslüman handır. Onun zamanında zaten Müslüman Türk kitlesinin bulunduğu Türkistan coğrafyasında hanedanın mensupları da istisnaları bir tarafa bırakılacak olacak olursa islamiyet‟e girmişlerdir. Alaeddin Tarmaşirin Han 1329 yılında yaptığı sefer ile güneyde hakimiyetini Delhi Sultanlığı hudutlarına ulaştırmıĢtı. İbni Batuta‟nın nakline göre Tarmaşirin Han, islamiyeti kabul ettikten sonra Alaeddin adını almıştır. Tarmaşirin Han dindar ve Türkçe konuşan bir hükümdardı. Ancak ibn Batuta‟nın kendisini ziyareti sırasında kış olmasına rağmen kendi Œçadırlı otağında kalmaktaydı. Bu durum başlangıçtan beri Çağataylıların ananeye sadık kalmalarının ifadesi olsa gerektir. Ancak Almalık bölgesinin ananevî merkez olması hasebiyle hanlar, toyu mutlaka bu bölgede yaparlardı.
TarmaŞirin Han‟ın islamiyet‟i kabulü çağatay Ulusu ile islam ülkeleri arasındaki bağlantının kurulmasını temin etmişti. Bu münasebetle ticaret bu devrede canlanmıştı. Ancak yukarıda zikretmiş olduğumuz husustan dolayı hanlığın merkezinin bulunduğu Maveraünnehir ile li havzası ve Almalık bölgesi arasında ikilik ortaya Œçıkmış oluyordu. Yasa taraftarlarını sindirebilmek için oğlu Celaleddin Sencer‟i Semerkant bölgesinde vazifelendirmişti. Böylece ili bölgesini daha yakından kontrol imkanına sahip olacaktı. Ancak bu tedbir de yeterli olmamıştır. Nitekim ibn Battûta‟nın da naklettiğine göre 1335 yazında Almalık yakınlarında yapılan kurultayda, çenkşi ve Bozan-Oğul‟un elebaşılığını yaptıkları muhalif grup, onun hanlıktan azledilmesini sağlamıştı. Daha sonra ise katledilmiştirTarmaşirin Han‟ın son parası Tirmiz 735: 1 Eylül 1334-20 Ağustos 1335 tarihini taşıdığına göre hadisenin tarihi doğrulanmış olmaktadır. Mu‟iniddin Natanzî de onun yasaya karşı olması dolayısıyla bu duruma düştüğünü kaydetmektedir.
Hanlığın çöküşü
Alaeddin Tarmaşirin Han‟ın 1335 yılında azledildikten sonra katledilmesi Çağatay Hanlığı‟nın süratle çökmesine sebep olacaktır. Bunun neticesinde idare tamamen Ulus Emîrleri olarak bilinen, kabilelerin hem askerî hem de irsî reisleri durumundaki kumandanların eline geçecektir. İdarenin emirlerin eline geçtiği bu devrede devlet tamamen sukut etmişti denebilir. Çünkü bu devrede emîrler  
çoğu zaman „Ögeday neslinden gelme şehzadeleri han diye tayin ediyorlar ve onu kısa bir zaman sonra indirip bir diğerini han yapıyorlardı.
Tarmaşirin Han‟dan sonra hanlık makamına gelen çenkşi Han, Mu‟iniddin Natanzî‟nin nakline göre islamiyet‟e karşı tavır almıştı. Tarmaşirin‟in kardeşi Ebukan‟ın oğlu olan çenkşi Han, eski dinlerine dönüş yolunda gayret göstermekteydi. Mu‟iniddin Natanzî iki yıl saltanattan sonra katledildi demektedir. 736 ve 737 tarihli ve onun namına darbedilmiş olan paralar bu bilginin doğruluğunu göstermektedir. Bu duruma göre çenkşi Han 1336-1337 tarihinde hanlık etmiştir. Çenkşi Han‟a halef olan Bozan Han‟ın parasına rastlamıyoruz. Yalnız kendisine halef olan Yisun-Timur‟un 739 ve 740 tarihli paraları olduğuna göre Bozan Han 1338 yılı iŒinde hanlık etmiş olmalıdır. Yisun-Timur Han‟ın paraları 739: 20 Temmuz 1338-1340 tarihlerini taşıdığına göre onun hanlığı da 1338 yazı ile 1340 yazı arasındadır. Yisun-Timur Han, emirler tarafından katledilmişti. Yisun-Timur Han‟a halef olan Kazan-Timur Halil (Halilullah) Yasavur‟un oğlu idi. Çok şedîd olan Kazan-Timur, aynı zamanda dindardı. Bazı paralarında yalnızca Halilullah adını gördüğümüz bu hükümdar zamanında Karşı sarayına iki menzil mesafede olan Zincir-Saray yapılmıştı.Çağatay hanlarının müstakil hareket eden son temsilcisi olan Kazan-Timur Halil Han‟ın paraları 743, 744, 745 tarihlerini taşımaktadır. Bu duruma göre onun hanlığının sonu 1345 Mayısı‟na kadar ulaşmaktadır. Natanzî‟nin nakline göre bu hükümdarı Emir Kazagan katletmişti.86 1345 yaz başından itibaren Emir Kazagan‟ın hükümetinin devresi başlamaktadır. Emir Kazagan (1345-1358), ona halef olan Emir Abdullah (1358-1359) ve Kazagan‟ın torunu Emir Hüseyin‟in (1359-1370) hakimiyeti devreleri devam edecek ve 1370 yılında Emir Timur, yeni bir devreyi başlatacaktır. Her ne kadar bu emirler devresinde bazı hanların adları zikredilir ise de ancak bunların hepsi sembolik şahsiyetlerdir.
Bu arada Kaydu Han‟a bağlanan Doğu Türkistan bölgesinde Duğlat emirlerinin yardımıyla Çağatay sülalesinden hanlar getirmek gayreti olmuştur. Bunlardan Tuğluk Timur Han (1347-1362) ve onu takiben oğlu ilyas Hoca Han (1362-1389) ve Hızır Hoca Han 1389-1399 yılları arasında Çağatay Han‟ı olarak ortaya Œçıkacaklardır.Fakat bu hanlardan sonra Duğlat Emirleri, han sülalesinden olanları şehir ve kasaba idarecileri gibi kullanmışlar ve kendileri aynen Batı Türkistan‟da olduğu gibi söz sahibi olmuşlardır.
Devlet Teşkilatı
Çağatay Hanlığı‟nın en mühim devlet organı toy idi. Diğer uluslarda kurultay adı ile bilinen bu meclisin Çağataylılarda Türkçesinin kullanılması ilgi Œçekicidir. ibn Battuta bu kelimeyi harekeleyerek manasını yılda bir defa Almalık adı verilen yerde toplanan, hanedan ve devlet erkanının bir araya gelerek meseleleri görüştükleri ziyafetli toplantı demektedir. Yine seyyahın nakline göre Tarmaşirin Han dört yıldır bu toplantıya gitmediği iŒin ananeye ve yasaya karĢı olmakla itham edilmiĢ ve bu münasebetle hanlıktan azledilmişti. Bilindiği üzere hanlığın kuruluşundan yüz sene sonra Kaşka ırmağı boyundaki Karşı (NahĢeb) şehri yakınına başkentin taşındığı bilinir. Han ve hatun toyun tabii başkanı idiler. Diğer uluslarda şehzadelerin adı oğlan diye ifade edilmektedir. Çağataylı sahasında yer yer oğlan kelimesi görülmekle beraber oğul kelimesi yaygındır. Bunlardan baĢşka damatlar küregen  
lakabıyla bilinmektedir. Ayrıca tarhan unvanlı hanın müşaviri makamında beylerin de varlığını görmekteyiz. Ayrıca vezir unvanlı bilinen vazifeli kimseler de var idi. Ayrıca Çağatay Hanlığı teşkilatında en yüksek devlet vazifelileri arasında yasa emiri, bitigçi, al-tamgaŒı ve barsçŒı adıyla bilinen kimseler de toyda yerlerini alırlardı. Al-tamgaŒı ilmiyyeden bir kimse olup hanların yarlıklarına kırmızı renkli damgayı vurma işi bu zata ait idi. Diğer Türk devletlerinde görülen tuğracı veya nişancı vazifesinde bulunan vazifenin eş değerinde olan kimselerdi. ibn Battuta ve Tarmaşirin Han arasındaki konuşmaları bu zat tercüme etmişti. Bitigçi, yasa ve barsŒı emirleri çağatay hanedanı şehzadelerine mahsus vazifelerdendi. Bitigçi emiri defterdar vazifesine, Yasa Emiri yasa ve yargı işlerine, barsçı ise her yıl yapılan sürek avlarının tanzim ve tertibine bakarlardı. Bu sürek avları günlerce sürerdi ve yasa gereği olduğu için Œçok mühim bir vazife durumundaydı. Aslında askerî talim mahiyetinde olan bu avlar neticesinde gıda temini de yapılmış oluyordu. Cengiz Han‟ın av işlerini büyük oğlu Cuci‟nin, yasa işlerini ise Çağatay‟ın idare etmesi;  bu vazifelerin ehemmiyetini ortaya koymaktadır.Çağatay hanlarından Barak Han (1266-1271), tahtından indirdiği Mübarek-şah‟ı kendisine barsçı tayin etmişti. Barak Han aynı zamanda bitigçiliğine şehzadelerden Ahmet Börü‟yü getirmişti.Çağatay Hanlığı‟nın Şehirler dıŞında kurulan sade yapısında teŞkilata dair baŞka unsur bulamamaktayız.
Askeri Teşkilat
Dört ulus teşekkül ederken Çağatay Han emrine verilen dört binbaşının adından bahsedilmektedir. Bunların Çağatay ulusu sahasındaki Barlas, Celayir, Sulduz ve Arlat binbaŞıları olduğu anlaŞılmaktadır ve bu dört binbaŞının içinde en kıdemlisi olan Barlas Karaçar Noyan baş emir durumundaydı.
Bilindiği üzere Karaçar Noyan, Emir Timur‟un büyük atasıdır. Ancak bu binliklerin daha sonra tümenlere geliŞtiğini görmekteyiz. Yani binlikler tümen haline gelmiŞlerdir. Tabii binliklerin tümen haline geliŞinde Türkistan‟daki bozkır Türklerinin onların bünyesine girmesinin de Çok rolü olmuŞtur. Dolayısıyla bu durumun Türkleşmede ehemmiyeti büyük idi. Cengiz Han zamanından itibaren Türk askerî teşkilatındaki onlu sistem ihya edildiği için askerî rütbeler onbaşı, yüzbaşı, binbaşı ve tümen başı şeklinde ortaya .ıkmıştı. Bu durum aynen Çağataylı yapısında devam edecektir. Orduların saf tutuşunda Sağ-Kol, Sol-Kol ve öng-Kol (merkez) adlarıyla yerlerini almaktaydılar. Gizli Tarih‟te Çağatay Han‟ın baş emiri durumunda olan Karaçar Noyan aynı zamanda Ulus Emiri durumundaydı. Bu askerî rütbeler başlangıçta Moğolcaları görülmekle beraber daha sonra kaynaklarda da görüleceği üzere Türkçeleri Moğolcaların yerini almıştır.
Malî, Adlî ve Posta İşleri
Çağatay Hanlığı‟nın malî işlerinin ve vergilerinin neler olduğuna dair kaynaklarda malûmat yok denecek kadar azdır. Ancak diğer uluslarda mevcut olan vergilerin Çağatay ulusunda da aynıyla olduğunu düşünmek gerekmektedir. Esas itibarıyla kır hayatına ve hayvancılık yapısına dayanan Çağatay ulusunda vergilerin, şehir ve ziraî nüfusa ait olanların varlığı düşünülemez. Diğer uluslarda  
da olan vergilere kıyasla düşünülecek olursa mal ve talay, gayri menkul şehir mülkünden; kalan, 1/10 nispetinde ziraî mahsulden; tamga vergisi, ticaret mallarından ve kopçur 1/100 nispetinde hayvanlardan alınan umumi vergilerdi.Bu vergiler içinde yalnızca kopçur vergisi, Çağatay Ulusu‟nun şartlarına uymaktadır. Çünkü diğer vergiler, şehir şartlarının vergileridir. Yalnız galleadı ile orduya erzak ve hayvan temini gayesiyle aynî olarak tahsil olunan vergi vardı ki bu verginin de Çağatay ulusunda tatbik olunduğunu düşünebiliriz. Çağatay hanlarının ancak kuruluştan 90 yıl sonra para darbettirmelerinde, siyasî hakimiyet ve istiklal kazanmasının rolü olmakla beraber, bozkır şartlarında vergilerin aynî oluşunun ve ihtiyaçların para kullanmaya ihtiyaç duymadan temininin de tesiri olsa gerektir. Zira para, kır hayatından ziyade şehir hayatındaki tedavülde zarurettir.
Çağatay Hanlığı‟nda adlî işlerin amiri bilindiği üzere Yasa Emiri idi. Ancak yargı işlerini yargucu adı ile bilinen hakimler icra ederlerdi. ibn Battuta, Harezm ülkesinde gördüğü bir mahkeme heyetini anlatmaktadır. “Hergün vazife görmek üzere kendilerine ait daireye giden kadı, yanında fakîh ve kaibi ile birlikte bulunurken, yargucu da sekiz kişilik maiyyetiyle yine bu dairede bulunmaktaydı. Yargucu ümeredan bir zat idi. Muhakeme anında her iki heyet de birlikte bulunurlar ve davanın şeriate ait olan kısmına kadı hükmeder, yasa ve töreye ait olan tarafına yargucu hükmeder; neticede karar birleştirilirdi. Onların verdikleri hükümlerin metin ve adil olduklarını gördüm demektedir.
Bütün dört ulusta yam adı verilen bir posta teşkilatı kurulmuştu. Moğol Kağanlığı‟nda, başkent Karakurum ile diğer uluslar arasında haberleşme ve posta işlerinin 1240 yılında, Ögeday Kağan‟ın topladığı son kurultayda yeniden düzenlendiğini görmekteyiz. Bu kurultayda haberlerin ge. ulaşması, yerleşik merkezler halkı ve idarecilerinin ölçüsüz külfetlerinden mutazarrır oluşları üzerinde durulmuş, neticede yeni esaslar getirilmişti. Ögeday Kağan, hatta bu hususların karara bağlanışında ağabeyi Çağatay Han‟ın tasdik ve tasvibi ile belirli hükümlere bağlanmıştı. Aksayan hususların giderilerek ulaşım, haberleşme ve posta işleri yam adındaki teşkilat ile yürütülecekti. Bu yeni nizama göre, ulaklar fevkalade haller haricinde, katiyen gidilen
istikamet boyunca şehir, kasaba ve köylere uğramayacaklardı. Böylelikle o zamana kadar meskun yerler halkının mecbur oldukları mükellefiyet ortadan kalkacak; hem de yiyecek, ikmal ve dinlenmeyi yapabilmek uğruna ulaklar, Şehirlere uğrayarak yolu uzatmayacaklardı. İmparatorluğun çeşitli istikametlerine, en kısa şekilde ulaşabilecek yollar üzerinde posta menzilleri kurulacaktı. Her ulus kendi bölgesindeki menzil teşkilatını kurmakla mükellefti. Her menzilde bulunması lazım gelen 20 ulak ve seyis ayrıca bu bölgelerin askerî birliklerinden temin edilecekti. Ayrıca bu posta menzillerine lazım olan binek atları, yemek için koyunlar, sütünü içmek için kısraklar, gereğinde kullanılmak üzere arabalar ve diğer levazımatın sayıları ve miktarları ayarlanmıştı. Yukarıda görülen hususlar diğer uluslarda da olduğuna göre Çağatay ulusunun ulaşım, haberleşme ve posta işlerinin de bu şekilde olduğu anlaşılmaktadır.


12 Aralık 2014 Cuma

OSMANLI DEVLETİNİN ŞEYH-ÜL İSLAMLARI

ŞEYHÜLİSLAM

Osmanlı Devletinde tasavvvuf ve din bilgilerine güvenilip danışılan Hoca efendiler.


1. Molla Şemsettin Fenari (1424 – 1431)
2. Molla Yegan (1431 – 1436)
3. Molla Fahrettin Acemi (1436 – 1460)
4. Molla Hüsrev (1460 – 1480)
5. Molla Gurani (1480 – 1488)
6. Molla Abdülkerim (1488 – 1495)
7. Alaettin Çelebi (1495 – 1496)
8. Efdalzade Hamidettin (1496 – 1503)
9. Zenbilli Ali Efendi (1503 – 1526)
10. Kemalpaşazade Ahmet Şemsettin Efendi (1526 – 1534)
11. Sadullah Sadi Efendi (1534 – 1539)
12. Çivizade Muhittin Mehmet Efendi (1539 – 1542)
13. Hamidi Abdülkadir Efendi (1542 – 1543)
14. Fenerizade Muhittin Efendi (1543 – 1545)
15. Ebussuut Efendi (1545 – 1574)
16. Hamit Mahmut Efendi (1574 – 1577)
17. Kadızade Ahmet Şemsettin Efendi (1577 – 1580)
18. Malulzade Mehmet Efendi (1580 – 1582)
19. Çivizade Hacı Mehmet Efendi (1582 – 1587)
20. Müeyyetzade Abdülkadir Efendi (1587 – 1589)
21. Bostanzade Mehmet Efendi (1589 – 1592)
22. Bayramzade Hacı Zekeriya Efendi (1592 – 1593)
23. Bostanzade Mehmet Efendi (1593 – 1598)
24. Hoca Sadettin Efendi (1598 – 1599)
25. Hacı Mustafa Sunullah Efendi (1599 – 1601)
26. Hocasadettinzade Mehmet Çelebi Efendi (1601 – 1603)
27. Hacı Mustafa Sunullah Efendi (1603)
28. Ebülmeyamin Mustafa Efendi (1603 – 1604)
29. Hacı Mustafa Sunullah Efendi (1604 – 1606)
30. Ebülmeyamin Mustafa Efendi (1606)
31. Hacı Mustafa Sunullah Efendi (1606 – 1608)
32. Hocasadettinzade Mehmet Çelebi Efendi (1608 – 1615)
33. Hocasadettinzade Mehmet Esat Efendi (1615 – 1622)
34. Zekeriyazade Yahya Efendi (1622 – 1623)
35. Hocasadettinzade Mehmet Esat Efendi (1623 – 1625)
36. Zekeriyazade Yahya Efendi (1625 – 1632)
37. Ahizade Hüseyin Efendi (1632 – 1634)
38. Zekeriyazade Yahya Efendi (1634 – 1644)
39. Esatpaşazade Ebu Sait Mehmet Efendi (1644 – 1646)
40. Muid Ahmet Efendi (1646 – 1647)
41. Hacı Abdürrahim Efendi (1647 – 1649)
42. Bahai Mehmet Efendi (1649 – 1651)
43. Karaçelebizade Abdülaziz Efendi (1651)
44. Esatefendizade Ebu Sait Mehmet Efendi (1651 – 1652)
45. Bahai Mehmet Efendi (1652 – 1654)
46. Esatefendizade Ebu Sait Mehmet Efendi (1654 – 1655)
47. Hüsamzade Abdurrahman Efendi (1655 – 1656)
48. Memikzade Mustafa Efendi (1656)
49. Hocazade Mesut Efendi (1656)
50. Hanefi Mehmet Efendi (1656)
51. Balizade Mustafa Efendi (1656 – 1657)
52. Bolevi Mustafa Efendi (1657 – 1659)
53. Esiri Mehmet Efendi (1659 – 1662)
54. Sunizade Seyit Mehmet Emin Efendi (1662)
55. Minkarizade Yahya Efendi (1662 – 1674)
56. Çatalcalı Ali Efendi (1674 – 1686)
57. Ankaravi Mehmet Emin Efendi (1686 – 1687)
58. Debbağzade Mehmet Efendi (1687 – 1688)
59. Hacı Feyzullah Efendi (1688)
60. Debbağzade Mehmet Efendi (1688 – 1690)
61. Ebusaitzade Feyzullah Feyzi Efendi (1690 – 1692)
62. Çatalcalı Ali Efendi (1692)
63. Ebusaitzade Feyzullah Feyzi Efendi (1692 – 1694)
64. Sadık Mehmet Efendi (1694 – 1695)
65. İmam Mehmet Efendi (1695)
66. Hacı Feyzullah Efendi (1695 – 1703)
67. Paşmakçızade Seyit Ali Efendi (1703)
68. Yekçeşm Hüseyin Efendi (1703)
69. İmam Mehmet Efendi (1703 – 1704)
70. Paşmakçızade Seyit Ali Efendi (1704 – 1707)
71. Sadık Mehmet Efendi (1707 – 1708)
72. Ebezade Abdullah Efendi (1708 – 1710)
73. Paşmakçızade Seyit Ali Efendi (1710 – 1712)
74. Ebezade Abdullah Efendi (1712 – 1713)
75. Mehmet Ataullah Efendi (1713)
76. İmam Mahmut Efendi (1713 – 1714)
77. Mirza Mustafa Efendi (1714 – 1715)
78. Menteşzade Abdürrahman Efendi (1715 – 1716)
79. Ebu İshak İsmail Naim Efendi (1716 – 1718)
80. Yenişehirli Abdullah Efendi (1718 – 1930)
81. Mirzazade Şeyh Mehmet Efendi (1730 – 1731)
82. Paşmakçızade Abdullah Efendi (1731 – 1732)
83. Damatzade Ebulhayr Ahmet Efendi (1732 – 1733)
84. Ebuishakzade İshak Efendi (1733 – 1734)
85. Dürri Mehmet Efendi (1734 – 1736)
86. Seyit Mustafa Efendi (1736 – 1745)
87. Pirizade Mehmet Sahip Efendi (1745 – 1746)
88. Hayatizade Mehmet Emin Efendi (1746)
89. Seyit Mehmet Zeynelabidin Efendi (1746 – 1748)
90. Ebuishakzade Mehmet Esat Efendi (1748 – 1749)
91. Mehmet Sait Efendi (1749 – 1750)
92. Seyit Murtaza Efendi (1750 – 1755)
93. Abdullah Vassaf Efendi (1755)
94. Damatzade Feyzullah Efendi (1755 – 1756)
95. Dürrizade Mustafa Efendi (1756 – 1757)
96. Damatzade Feyzullah Efendi (1757 – 1758)
97. Mehmet Salih Efendi (1758 – 1759)
98. Çelebizade İsmail Asım Efendi (1759 – 1760)
99. Hacı Veliyettin Efendi (1760 – 1761)
100. Tirevi Ahmet Efendi (1761 – 1762)
101. Dürrizade Mustafa Efendi (1762 – 1767)
102. Hacı Veliyettin Efendi (1757 – 1768)
103. Pirizade Osman Sahip Efendi (1768 – 1770)
104. Mirzazade Seyit Mehmet Sait Efendi (1770 – 1773)
105. Şerifzade Seyit Mehmet Şerif Efendi (1773 – 1774)
106. Dürrizade Mustafa Efendi (1774)
107. İvazpaşazade İbrahim Bey Efendi (1774 – 1775)
108. Salihzade Mehmet Emin Efendi (1775 – 1776)
109. Vassafzade Mehmet Esat Efendi (1776 – 1778)
110. Mehmet Şerif Efendi (1778 – 1782)
111. Seyit İbrahim Efendi (1782 – 1783)
112. Dürrizade Seyit Mehmet Ataullah Efendi (1783 – 1785)
113. İvazpaşazade İbrahim Bey Efendi (1785)
114. Arapzade Ahmet Ataullah Efendi (1785)
115. Dürrizade Seyit Mehmet Arif Efendi (1785 – 1786)
116. Müftizade Ahmet Efendi (1786 – 1787)
117. Mekki Mehmet Efendi (1787 – 1788)
118. Seyit Mehmet Kamil Efendi (1788 – 1789)
119. Mehmet Şerif Efendi (1789)
120. Hamitzade Mustafa Efendi (1789 – 1791)
121. Seyit Yahya Tevfik Efendi (1791)
122. Mekki Mehmet Efendi (1791 – 1792)
123. Dürrizade Seyit Mehmet Arif Efendi (1792 – 1798)
124. Mustafa Aşir Efendi (1798 – 1800)
125. Ömer Hulusi Efendi (1800 – 1803)
126. Salihzade Ahmet Esat Efendi (1803 – 1806)
127. Şerifzade Mehmet Ataullah Efendi (1806 – 1807)
128. Ömer Hulusi Efendi (1807)
129. Şerifzade Mehmet Ataullah Efendi (1807 – 1808)
130. Arapzade Mehmet Arif EFendi (1808)
131. Salihzade Ahmet Esat Efendi (1808)
132. Dürrizade Seyit Abdullah Efendi (1808 – 1810)
133. Ömer Hulusi Efendi (1810 – 1812)
134. Dürrizade Seyit Abdullah Efendi (1812 – 1815)
135. Mehmet Zeynelabidin Efendi (1815 – 1818)
136. Mekkizade Mustafa Asım Efendi (1818 – 1819)
137. Hacı Halil Efendi (1819 – 1821)
138. Yasincizade Abdülvehhap Efendi (1821 – 1822)
139. Sıtkızade Ahmet Reşit Efendi (1822 – 1823)
140. Mekkizade Mustafa Asım Efendi (1823 – 1825)
141. Kadızade Mehmet Tahir Efendi (1825 – 1828)
142. Yasincizade Abdülvehhap Efendi (1828 – 1833)
143. Mekkizade Mustafa Asım Efendi (1833 – 1846)
144. Ahmet Arif Hikmet Bey Efendi (1846 – 1854)
145. Meşrepzade Mehmet Arif Efendi (1854 – 1858)
146. Seyit Mehmet Sadettin Efendi (1858 – 1863)
147. Atıfzade Ömer Hüsamettin Efendi (1863 – 1866)
148. Hacı Mehmet Refik Efendi (1866 – 1868)
149. Hasan Fehmi Efendi (1868 – 1871)
150. Ahmet Muhtar Molla Bey Efendi (1871 – 1872)
151. Turşucuzade Ahmet Muhtar Efendi (1872 – 1874)
152. Hasan Hayrullah Efendi (1874)
153. Hasan Fehmi Efendi (1874 – 1876)
154. Hasan Hayrullah Efendi (1876 – 1877)
155. Kara Halil Efendi (1877 – 1878)
156. Ahmet Muhtar Molla Bey Efendi (1878)
157. Uryanizade Ahmet Esat Efendi (1878 – 1889)
158. Hacı Ömer Lütfi Efendi (1889 – 1891)
159. Mehmet Cemalettin Efendi (1891 – 1909)
160. Mehmet Ziyaettin Efendi (1909)
161. Mehmet Sahip Molla Bey Efendi (1909)
162. Çelebizade Hüseyin Hüsnü Efendi (1910)
163. Musa Kazım Efendi (1910 – 1911)
164. Abdurrahman Nesip Efendi (1911 – 1912)
165. Mehmet Cemalettin Efendi (1912 – 1913)
166. Mehmet Esat Efendi (1913 – 1914)
167. Ürgüplü Mustafa Hayri Efendi (1914 – 1916)
168. Musa Kazım Efendi (1916 – 1918)
169. Ömer Hulusi Efendi (1918)
170. Haydarizade İbrahim Efendi (1918 – 1919)
171. Mustafa Sabri Efendi (1919)
172. Haydarizade İbrahim Efendi (1919 – 1920)
173. Dürrizade Abdullah Bey Efendi (1920)
174. Mustafa Sabri Efendi (1920)
175. Medeni Mehmet Nuri Efendi (1920 – 1922)