12 Ocak 2015 Pazartesi

SELÇUKLUDA MİMARİ

SELÇUKLUDA MİMARİ

Türklerin Orta Asya içlerinde tarih sahnesine çıkıŞları ile baŞlayan süreç, X. yüzyılda İslamiyet‟i kabul etmeleri sonrası kurulan ilk Müslüman Türk Devletleri ve XI. yüzyıl ortasında Oğuz Türklerinin İran‟da Büyük Selçuklu Devleti‟ni kurmaları ile devam eder. Yine aynı yüzyılda, daha elveriŞli yaŞam olanakları aramak üzere çeŞitli kollardan batıya açılan Selçuklular, bu bağlamda Anadolu‟ya da keŞif nitelikli akınlar yônlendirmiŞler ve bu akınları izleyen 1071 Malazgirt Zaferi‟nden sonra da büyük kitleler halinde, kalıcı bir yurt tutmak üzere Anadolu‟ya gôç etmiŞlerdir.
XI. yüzyıl sonlarında, Anadolu‟da „n Beylikler olarak tanımlayabileceğimiz DaniŞmend (1095-1175), Mengücek (1071-1252), Saltuklu (1080-1201), Artuklu (1098-1407) Beylikleri ile Konya ve çevresinde kurulan Selçuklu Beyliği (1071-1308) ile baŞlayan politik çeŞitlilik, XII. ve XIII. yüzyıllarda Selçuklu Beyliği‟nin, Artuklular dıŞındaki beylikleri kendi idareleri altında toplayarak Konya merkez olmak üzere Selçuklu Devleti‟ni kurmuŞlardır.1 Anadolu birliğini tamamlamak üzere savaŞ ve politik iliŞkilerle hareketlenen bu dônemin kültür açısından da bir “sentezin” baŞlangıcı olduğu ve sentezin zamanımıza ulaŞan en belirgin, en yoğun kanıtlarının belki de mimarlık alanında vurgulandığı sôylenebilir.2 Mimaride Şekillenen sentezi tanımlarken bir taraftan Türklerin Anadolu‟ya gelmeden ônce bulundukları kültür ortamından beslenen bir “süreklilik”, diğer taraftan yeni coğrafi çevrenin olanaklarına ve koŞullarına uyum sağlama arayıŞlarının doğal sonucu olarak Anadolu‟nun yerli kültürleri ile yoğrularak Şekillenen bir “değiŞim”den sôz etmek olasıdır. Bu yazıda bu iki zıt kavramın yani birlik ve bütünlüğü getiren süreklilik ile çeŞitliliği getiren değiŞimin, genelde ve malzeme ôzelinde nasıl bir gôrüntü verdikleri irdelenmektedir.
Konuya, genel çerçevesi içerisinde bakıldığı zaman, Anadolu‟nun fethinin arkasından yoğun bir yapılaŞmanın geldiği gôrülmektedir. „n Beylikler dôneminde baŞlayan ve Anadolu Selçuklu Devleti dôneminde sürdürülen düzenlemelerin ve yeni inŞaatların baŞında, eski kentlerin yeni gelenlerin gereksinimlerine uygun olarak yenilenmesi gelmektedir. „rneğin, ilk çağlardan baŞlayarak bir yerleŞme alanı olan Konya‟da yeni bir kültürün merkezi olmanın gerektirdiği değiŞiklikler yapılırken, yakın çevresinde AkŞehir ve BeyŞehir gibi yeni kentler de kurulmuŞtur. Bu etkinlikler çerçevesinde ayakta duran kale ve sur duvarları onarılmıŞ veya geniŞletilmiŞ; yine ayakta duran yapı stoku, ilk aŞamada gerekli iŞlevlerde kullanılmak üzere uyarlanmıŞtır. „rneğin, kilise ve benzeri dini iŞlevli yapıların yôn değiŞikliği ile cami ve mescit olarak yeniden iŞlevlendirildikleri, günümüze kadar gelen ôrneklerle saptanabilmektedir. Ancak, XII. yüzyılın ortalarından baŞlamak üzere ve kuŞkusuz bir yapılaŞma programı çerçevesinde dini iŞlevli cami ve mescitler; anı yapıları olan türbe ve kümbetler; eğitim yapıları olan medreseler; sosyal içerikli Şifahane ve hamamlar; dini ve sosyal amaçlı hankah ve zaviyeler; sultanlar ve yôneticiler için de saray ve kôŞklerin inŞaatına baŞlandığı ve bu inŞaatların XIII. yüzyılın ikinci yarısına kadar yoğun ve hızlı, yüzyılın son çeyreğine doğru da yavaŞlayarak ve azalarak devam ettiği gôrülebilmektedir. 1240
Bunlara ek olarak, Anadolu‟dan geçen, ancak Bizans İmparatorluğu‟nun son zamanlarında bakımsızlık ve savaŞlar nedeniyle bozulmuŞ olan kervan yollarının onarılması, yeni kurulan, sahil bôlgelerinde yeni alınan kentlere ulaŞabilmek üzere, bu kervan yollarına uzantıların eklenmesi, yapılaŞma programının parçalarıdır. Kervan trafiğinin yeniden canlandırılması amacıyla yapılan düzenlemeler çerçevesinde kôprüler kurulmuŞ, bu yollarda seyahat edecek tüccarların ve yolcuların güvenli konaklamaları için han ve kervansaraylar inŞa edilmiŞtir. Bunların büyük bôlümü, Anadolu‟ya gelenlerin İslam kültürü ile ŞekillenmiŞ yaŞam biçimleri ve alıŞkanlıklarının gereği olan dini ve sosyal kurumların daha ônce geliŞtirdikleri, dolayısıyla iŞlev açısından süreklilik gôsteren yapı türleridir. Ancak, iŞlevdeki sürekliliğin her zaman biçime yansımadığı ve Anadolu‟da cami ve medrese gibi gelenekselleŞmiŞ yapı türlerinde dahi, sentezin parçası olarak, biçime yansıyan çeŞitlemeler gôrülebilmektedir ki bunları değiŞimin ôncüleri olarak gôrmek olasıdır.
Konuya malzeme açısından bakıldığı zaman, bu yapı türlerinin ortaya çıkmalarını sağlayan yapı malzemelerinde yalnız çeŞitlilik değil zaman içerisinde bir değiŞim de izlenmektedir. Kısaca “tuğladan taŞa” geçiŞ olarak tanımlanabilecek olan değiŞim, Türklerin Anadolu‟ya gelmeden ônce bulundukları kültür çevrelerinde mimari anlatımın baŞta gelen yapı malzemesi olan tuğlanın Anadolu‟da ônceliğini kaybederek ikinci derecede bir yapı malzemesine dônüŞmesi ve yerini taŞın almasıdır. „nceki uygulamaların aksine tuğlanın Anadolu‟da, zorunluluktan çok bir seçim sonucu kullanılıyor olması ise malzemenin bütün olanaklarının denendiği bir çeŞitlilik sunmaktadır.
Yapı malzemelerindeki bu değiŞimin nedenleri arasında en baŞta, belirli bir hazırlık dônemi ve ôzel üretim koŞulları gerektiren tuğlaya karŞın Anadolu‟nun jeolojik çevresinde iyi kalite yapı taŞının bolluğu nedeniyle bu malzemenin ôn çağlardan baŞlayarak bazen kerpiç ve tuğla ile birlikte, bazen de, ôzellikle belirli yôrelerin ve belirli dônemlerin mimarisinde tek baŞına yoğun Şekilde kullanılıyor olması gelir. Birinci olasılık için atalhôyük yerleŞmesi, ikincisi için de Boğazkôy, Alacahôyük ve AliŞar gibi Hitit yerleŞmelerinden sôz edilebilir. TaŞın yapı malzemesi olarak ôncelik kazanmasının diğer nedenleri arasında, taŞ yapı geleneğinin iklim koŞullarına daha uygun olması, yapı taŞlarının, inŞaat alanlarına yakın taŞ ocaklarından kolaylıkla taŞınabiliyor olması, Anadolu‟nun ôn kültürlerine ait yapılardan alınan yapı taŞları ve mermerlerin hazır malzeme olarak tekrar kullanılabilmesi ve bu yeni yapı geleneğinin Anadolu‟ya gôç eden mimar, usta ve sanatçıların yanı sıra Anadolu‟nun yerli kültürü ile geliŞmiŞ mimar, usta ve sanatçıların katkıları ile beslenmesi sayılabilir.
Gelenek
Yapı malzemesi olarak tuğlanın tarih içerisindeki yerini gôrebilmek üzere geriye doğru bir bakılacak olursa, ilk çağlardan baŞlayarak Anadolu‟nun kendi bünyesinde ve yakın çevresinde ônce kerpiç, sonra da tuğlanın, bazen tek baŞına ancak çoğunlukla taŞ ile birlikte kullanımının, yaygın ve gelenekselleŞmiŞ olduğu gôrülebilmektedir. Elle ya da kalıpla biçimlendirilen kerpiç birimlerinin duvar ôrgülerinde yanyana ve üst üste sıralanırken, aralarında bağlayıcı olarak çamur harç kullanılmasına ve sağlamlık amacıyla yüzeylerinin kalın bir çamur sıva tabakası ile ôrtülmesine ôrnekler, Neolitik dônem Anadolu yerleŞmeleri yanı sıra Kuzey Mezopotamya ve Orta İran bôlgelerinde de kazılarda ortaya çıkarılmıŞtır.3
Yine ôn çağlardan baŞlayarak, M.S. X. yüzyıla kadar, tuğla duvarlar, yüzey kaplama malzemeleri ile ôrtülmüŞ, ˆdeta arkalarına gizlenmiŞtir.4 Bu yüzey kaplama malzemeleri, farklı kültür 1241
çevrelerinde, farklı dônemlerde ve farklı yapı türlerinde dokuma, duvar resmi, sırlı tuğla, çini, alçı, mozaik ve mermer gibi çeŞitlilik gôstermektedir. „rneğin, atalhôyük yerleŞmesindeki konutlarda, kerpiç duvarların iç yüzeyleri, dokuma ve duvar resimleri ile, Roma mimarisinde tuğla duvar yüzeyleri mermer, Bizans mimarisinde mozaik, doğuda Mezopotamya‟daki erken dônemler mimarisinde sırlı tuğla, Emevi mimarisinde alçı ve mozaik, Büyük Selçuklu mimarisinde ise sırlı tuğla ve çini birimlerle kaplanarak taŞıyıcı kerpiç veya tuğla duvarı ôrtmek yanı sıra süsleme olanakları yaratan bir yüzey oluŞturdukları gôrülebilmektedir.
X. yüzyıla kadar tuğla, salt yapısal amaçlarla kullanılmıŞ ve malzemenin renk ve süsleme olanaklarından yararlanılmamıŞtır. Buna karŞılık X. yüzyıl sürecinde Horasan, Türkistan ve Gazne‟de giderek yaygınlaŞan tuğla kullanımında, malzemenin yapısal olanaklarının yanı sıra süsleme olanaklarından da yararlanılmaya baŞlandığı ve ônceleri kalın sıva tabakası altına gizlenen bu tür yüzeylerin giderek açık bırakıldıkları izlenmektedir. X. yüzyılda, tuğla malzemenin ône çıkması Şeklinde ôzetlenebilecek bu tür uygulamalara da “çıplak tuğla” üslubu denilmektedir.5 Bu uygulamaların en erken hangi kültür çevresinde denendiği ya da ortaya çıktığı kesin olarak saptanamamıŞtır. Ancak, tuğlanın yapısal kullanımı sıra
sında gôrsel niteliklerinin de fark edilerek hem yapı hem süsleme malzemesi olarak değerlendirilmesine tanıklık edebilecek ilk yapının 907 yılında Buhara‟da inŞa edilen İsmail Samani Türbesi olduğu da sôylenir.6 X. yüzyıldan ayakta kalan bu tek yapının dıŞ ve iç bünyesinde, tuğlaların farklı istifi ile Şekillendirilen ôrgü çeŞitlemelerinde farklı mimari elemanların biçimlerine uyum arayıŞı ağırlık kazanmaktadır. İlk kez bu yapıda, çıplak tuğla yüzeylere ôncelik verilmesi yanı sıra bu yüzeyler, baŞka bir malzeme altına da gizlenmemiŞtir. Dolayısıyla, bu dônemde Kuzey Irak ve Semerkant‟ta hüküm süren Samanoğulları Devleti‟nin tuğla yapı geleneğinin yaratılmasında ôncülük ettiği gôrüŞü benimsenmiŞtir. Benzer bir tuğla kullanımı, 977-978 yılları arasında Semerkant yakınında, Tim‟de inŞa edilen Arap Ata Türbesi‟nde ortaya çıkmakta ve burada ôn cepheye uygulanan tuğla ôrgü türlerinin çeŞitliliği geliŞmiŞ bir tuğla iŞçiliğine iŞaret etmektedir.7
„rneklerin kısıtlılığı nedeniyle, tuğlanın hem yapı hem süsleme malzemesi olarak kullanımının X. yüzyıl sürecinde yalnız Horasan bôlgesine ôzgü kaldığı düŞünülürken, yüzyılın sonlarından baŞlamak üzere ve ôzellikle XI. yüzyıl içerisinde çıplak tuğla üslubunun benimsendiği yapı sayısında bir artıŞın yanı sıra bu yapıların farklı bôlgelere de yayıldıkları izlenebilmektedir. Karahanlılar, 999 yılında Türkistan‟da Samanoğlu Devleti‟ne son verdikten sonra Türkistan, Horasan ve Gazne‟de tuğla yapı geleneğini sürdürmüŞlerdir. Hatta, Karahanlıların da Samanoğlu Türbesi‟ndeki tuğla iŞçiliğinden etkilenerek, kerpiç kullanımını bıraktıkları ve çıplak tuğlaya ôncelik verdikleri ileri sürülmüŞtür. Hazara‟da IX. ve X. yüzyıllara tarihlenen Deggaron Camii, Buhara-Semerkant yolu üzerinde 1078‟de inŞa edilen Rıbat-ı Mali Kervansarayı, yine Buhara‟da Maghak-ı Attari Camisi; „zkent‟te 1012 tarihli Nasr bin Ali, 1152 tarihli Celalettin Hüseyin ve 1186 tarihli Güney Türbe olarak tanınan anı yapıları ile XI. ve XII. yüzyıllar arasına tarihlenen Tirmiz‟deki Saray‟da, tuğla, artık esas yapı malzemesi haline gelmekte ve ôzellikle cephe düzenlemelerinde yapım sürecinde malzemenin tüm süsleme olanaklarından da yararlanıldığı gôzlemlenmektedir. Bu yapılar kümesine, XI. yüzyıla tarihlenen Burana ve „zkent minareleri, 1032 tarihli Tirmiz minaresi, XII. yüzyıldan Tirmiz yakınında 1108 tarihli 1242
Car Kurgan, Buhara‟da 1127 tarihli Vabkent ve yüzyılın sonlarına tarihlenen Firuzabad minareleri eklenebilir.8
Gazneliler Dônemi‟nde, kerpiç inŞaattan tuğlaya geçiŞi ve tuğlanın süsleme olanaklarından yararlanılmasını simgeleyen anıtsal yapı XI. yüzyıla tarihlenen LeŞker-i Bazar Sarayı‟dır. Temelleri tuğla, duvarları kerpiçten inŞa edilen yapının kabul ve tôren salonlarının iç mekanlarında, duvarların üst kısımlarında kerpiç üzerine süslü tuğla ôrgüler kaplanmıŞtır. Gazne yôresinde, Tus Valisi Arslan Cazip tarafından, 997-1028 yılları arasında, Sangbast‟ta yaptırılan türbe ve minare, Sultan Mahmut ve Sultan Mesut tarafından yaptırılan, birincisi 1098-1115, ikincisi 1117-1149 yılları arasına tarihlenen kuleler ile 1108 tarihli Devletabad minaresinde tuğlaların farklı istiflerine ve farklı kaydırma düzenlerine dayanan ôrgü çeŞitlemeleri uygulanmıŞtır.9
Gazne yapılarında tuğla kullanımının yoğunlaŞması Sultan Mahmud‟un seçimi ve Gazne‟de oluŞturduğu kültür merkezinin ôncelikleri arasında değerlendirilirken, Orta İran bôlgesinde aynı seçim, Vezir Nizamülmülk ile bağdaŞtırılmakta ve bu bôlgede tuğlanın birinci derecede bir yapı malzemesi olarak benimsenmesinin bir zorunluluk olmadığı halde, malzemenin yaygın kullanımında XI. yüzyıl süresince, yônetim ve eğitime düzen getirmek üzere yaptığı katkılar yanı sıra yapı etkinliklerini de destekliyen Nizamülmülk‟ün katkıları olduğu savunulmaktadır.10
Büyük Selçuklular Dônemi‟nde Orta İran bôlgesinde giderek geliŞen tuğla yapı geleneğine ôncü olarak Gurgan‟da 1007 yılında inŞa edilen Kümbet-i Kabus gôsterilir.11 Yapının silindirik gôvdesini hareketlendiren yarım daire ve üçgen çıkıntıların yüzeyleri, kesintisiz devam eden, düz tuğla ôrgü ile kaplanmıŞtır. Kümbet-i Kabus‟u tarih-dizin sırası ile izleyen anı yapıları ve dini yapılarda ise, Yezd‟de 1037 tarihli Duvazdah İmam ve Damgan‟da 1056 tarihli Chihil Duktaran Türbeleri; 1055-1058 yılları arasına tarihlenen Ardistan‟daki Mescid-i Cuma, Isfahan‟daki Mescid-i Cuma‟nın 1080‟de inŞa edilen bôlümleri; Barsian‟da 1098 tarihli Mescid-i Cuma ve minaresi ile yine XI. yüzyıldan Simnan, Sava, Sabzevar ve Isfahan‟da Mescid-i Ali minareleri, bu dônemdeki yoğun tuğla uygulamalarına birkaç ôrnek olarak verilebilir.12 XI. yüzyıldan zamanımıza kadar gelebilen ôrnekler arasında, üç anı yapısı ise tuğla ôrgülerinin çeŞitliliği ve çıplak tuğla ûslubunun nereye kadar gôtürülebildiğine tanıklık edebilen yapılardır.
Malzemenin tüm olanaklarının değerlendirildiği, ayrıca yapının mimari ve strüktürel elemanları ile yüzey süslemesinin bütünleŞtiği bu yapılar ise, Karragan‟da 1067-68 tarihli I. Anonim Türbe, 1093 tarihli II. Anonim Türbe ile Demavend‟de kesin tarihi belli olmayan, ancak yüzyılın sonlarına tarihlenen Anonim Türbe‟dir.13 Bu üç yapının yanı sıra Isfahan‟daki Mescid-i Cuma‟da yukarıda belirtildiği gibi 1080 tarihinde yapılan ekleme ve değiŞiklerin parçası olan Güney Doğu kanadındaki taŞıyıcı ayaklar ve tonozlar ile Güney ve Kuzey kanatlar
daki eyvanlı mekanların kubbeleri kanımızca, XI. yüzyıl süresince, bu bôlgede yapı ve süsleme malzemesi olarak ôncelik kazanan tuğla ile yapılan uygulamaların nasıl bir düzeye eriŞtiğini gôstermektedir. Bunları yakından izleyen diğer bazı ôrnekler ise, Azerbaycan bôlgesinde, Nahçivan‟da 1167 tarihinde inŞa edilen Yusuf bin Kuseyr ile 1186 tarihli Mümine Hatun Türbeleridir. Her ikisinin ôn cepheleri ve ôzellikle taç kapıları da, kesme tuğlalar ile Şekillendirilen geometrik ôrgü düzenlemeleri ile kaplanmıŞtır. Anadolu‟da XIII. yüzyıl baŞında türbe kasnaklarına yine tuğla ile uygulanan geometrik düzenlemeler ile bu iki yapı arasında yakın benzerlikler saptanabilmektedir.14 1243
İran‟da Büyük Selçuklular Dônemi‟nin en belirgin katkısı olarak geliŞen çıplak tuğla geleneği, XII. yüzyılın ortalarına kadar devam eder. Bu süreçte ôlçek farkı gôzetilmeden, dini ve sivil iŞlevli her tür yapıda, kule ve minarelerde uygulanan tuğla ôrgüler, kaplayacakları yüzeylerin biçimlerine uygun seçilmiŞ ve ôrgü çeŞitlemelerini bir araya getirme arzusu ôzellikle minarelerde ôncelik kazanmıŞtır. Ancak, yüzyılın ortalarına doğru tuğla ôrgü çeŞitlemelerinin tek düze olmaya baŞladığı ve ônceleri, ôrgülerin sadece derzlerine, bir bezeme oluŞturmak amacıyla eklenen alçı birimlerin giderek çevrelerine ve tüm yüzeye taŞarak tuğla yüzeyi ôrten bir tabakaya dônüŞtükleri izlenmektedir. Orta İran bôlgesinde baŞlayan ve çıplak tuğlanın ôrtücü bir yüzey kaplaması arkasına saklanması ile sonuçlanan bu uygulamalar, giderek Horasan ve Türkistan bôlgelerine de yayılmakta ve tuğlanın hem yapı hem süsleme malzemesi olarak kullanımı son bulmaktadır. Buna karŞın aynı yôrelerde tuğlanın geleneksel yapı malzemesi olarak kullanımı devam eder ve ilk gelen alçı kaplamaların yerini ise zaman içerisinde daha parlak ve renkli çini kaplamalar almaktadır.15
XII. yüzyıl ortalarında İran bôlgesinde çıplak tuğla yüzeylere ilgi azalırken, Kuzey Irak‟ta Zengiler dônemi yapılarında kısa bir süre de olsa tuğla yapı geleneği devam ettirilmiŞtir. Musul‟da 1148 tarihinde baŞlatılıp 1170 tarihinde Nurettin Zengi tarafından tamamlattırılan Musul Ulu Camii‟nin tuğla minaresi ile Erbil ve Sincan‟daki tuğla minareler bunlara birkaç ôrnek olarak verilebilir.16
Yukarıda ôzetlenen çerçeve tuğlanın süsleme olanaklarının vurgulanması ve yüzeyin çıplak bırakılması ile geliŞen tuğla yapı geleneğinin X. ve XII. yüzyıllar arasında, Horasan, Gazne ve Orta İran‟da Karahanlılar, Gazneliler ve Büyük Selçuklular tarafından ve Kuzey Irak‟ta Zengiler tarafından, farklı ôlçek ve iŞlevlerde çok sayıda yapıda uygulandıktan sonra giderek ônemini kaybettiğini ve tuğla yüzeylerin ôrtücü kaplamalar altında gizlenmeye baŞladıklarını gôstermektedir. Bu son aŞamadan hemen ônce ise tuğla, Selçukluların geleneksel yapı malzemesi olarak Anadolu‟ya taŞınmıŞtır.
Süreklilik ve DeğiŞim
„n Beylikler ve Selçuklu Dônemi Anadolu mimarisinde tuğla, Orta İran, Horasan ve Türkistan‟da olduğu gibi farklı iŞevler için inŞa edilen büyük ve küçük ôlçekli tüm yapılarda kullanılan baŞlıca yapı malzemesi olmamıŞ, taŞın yanında ikinci derecede bir yapı malzemesi olarak benimsenmiŞ ve Anadolu‟da ilk yapılaŞma etkinliklerinin baŞlamasından XIII. yüzyıl sonuna kadar bu niteliğini korumuŞtur.
Selçuklu Dônemi Anadolu mimarisinde tuğla için “seçici” bir kullanımdan sôz etmek olasıdır. Bunun doğal sonucu olarak da, ônceki yüzyıllara oranla sayıca az, ancak belli bir amaca hizmet etmek üzere seçildiği için de, nitelik açısından dikkat çekici ôrnekleri verilmiŞtir. Tuğlanın Anadolu Selçuklu Dônemi mimarisindeki kullanımını daha ônce denenmiŞ ve yerleŞmiŞ bir geleneğin devamı olarak gôrmek ve değerlendirmek olasıdır, ancak geliŞme sürecini tamamladıktan sonra gelen bu yapı geleneğinin Anadolu‟daki uygulamalarında yaratıcı güç kısıtlanmamıŞ, daha ônce yapılanları geliŞtirmek ve yeni teknik olanaklar aramak üzerine yoğunlaŞılmıŞtır. Bu nedenle Anadolu Selçuklu mimarisinde tuğla kullanımı, malzeme açısından ôn uygulamalarla bir süreklilik gôsterse de bunların bir kopyası ya da devamı olmayıp, getirdiği kendine ôzgü yenilikler ve çeŞitlemelerle, genelde yapıların biçimsel ôzelliklerinde de kendini belli eden, değiŞimin parçasıdır.17
Ayakta duran yapılar arasında, sürekliliğin en iyi tanıkları Konya‟da İplikçi Camii ile yine zaman içerisinde onarımlar geçiren Kayseri/PınarbaŞı ve Erzincan/Kemah‟ta iki türbedir.18 Zamanımıza 1244
çeŞitli onarımlar geçirmiŞ olarak gelen, ancak beden duvarlarında hˆlˆ ôzgün yapının izlerini taŞıyan 1202 tarihli İplikçi Camii‟nde tuğla salt yapısal amaçla beden duvarları ve üst ôrtüde kullanılırken, Anadolu‟da büyük ôlçekli ilk ve büyük olasılıkla tek ôrnek olmaktadır. Düz tuğla ôrgünün sağlamlığının yanı sıra duvar yüzeyinde yarattığı doku, Orta İran bôlgesinde Büyük Selçuklular tarafından XI. yüzyılda inŞa edilen, Ardistan‟daki Mescid-i Cuma, Isfahan‟daki Mescid-i Cuma ve Barsian‟da Mescid-i Cuma‟yı anımsatmaktadır.
Tarihsiz olan ve yaklaŞık olarak XII. yüzyılın ikinci yarısı ile sonu arasına tarihlenen Kayseri/PınarbaŞı (Pazarôren) Melik Gazi Türbesi‟nde, taŞ temeller üzerinde bütünü tuğladan inŞa edilen beden duvarlarının dıŞ ve iç yüzleri ile üst ôrtü, tuğla ôrgü çeŞitlemeleri ile kaplanmıŞtır. Bu yapı ile, XI. yüzyıl sonlarından, Karahanlılar Dônemi‟ne ait Karragan‟daki I. ve II. Anonim Türbeler ve Demavend‟deki Anonim Türbe arasında benzerlikler bulmak olasıdır. iôyle ki, Melik Gazi Türbesi‟nde yapının biçimi ile bağlantılı olarak ôrgü çeŞitlemelerinde sayısal bir azalma varsa da teknik ve iŞçilik Karragan ve Demavend Türbeleri ile aynı paraleldedir. Yine XII. yüzyıl sonlarına tarihlenen, Erzincan/Kemah‟ta Mengücek Gazi Türbesi‟nin taçkapısında ince tuğla Şeritlerle kurulan geometrik ôrgü düzenlemeleri, Nahçivan‟da 1167 tarihinde inŞa edilen Yusuf bin Kuseyr ile 1186 tarihli Mümine Hatun Türbelerine yakın benzerliktedir
Bu ilk türbeler, Anadolu ôncesine dônerler. Ancak, tarih olarak yakından izleyen diğer iki türbe, yenilik getirmiŞtir. XIII. yüzyılın baŞından, Aksaray yakınında Selimekôy‟de bulunan Anonim Türbe ve yine Aksaray yakınında Nenezikôy‟de yer alan Bekar Sultan Türbesi‟nde tuğla ve taŞın ôzgün bir düzen ve uyum içinde birliktelikleri gôrülmektedir. Bu ôzellikleri ile bu iki türbenin, yukarıda sôzü edilen Melik Gazi ve Mengücek Gazi Türbelerinin aksine, tuğladan taŞa geçiŞi belgeleyen, giderek değiŞimi belgeleyen yapılar arasında yer aldıkları sôylenebilir.19
Ancak, Selimekôy ve Nenezikôy Türbeleri, Anadolu‟da tuğladan taŞa geçiŞi belgeleyen en erken tarihli yapılar da değildir. Onlardan ônce gelen, kitabesine gôre 1155 tarihli Cizre Ulu Camii ile Artukoğulları‟nın Hasankeyf kolundan Fahrettin Karaaslan Devri‟ne ve 1146 veya 1155-1165 yılları arasına tarihlenen Harput Ulu Camii‟nde aynı birliktelik daha baŞarılı ve kalıcı bir biçimde denenmiŞtir. Cizre Ulu Camii‟nde, onarımlar sırasında epeyce bozulmuŞ olmakla birlikte, giriŞ eyvanını ôrten beŞik tonozun iç yüzünde moloz taŞ üzerine tuğla kaplama hˆlˆ gôrülebilmektedir.20
Harput Ulu Camii‟nde, beden duvarları moloz taŞ ôrgüdür. İç mekanda kesme taŞ ayaklar üzerinden baŞlayan yatay istifli, düz tuğla ôrgü geçiŞ ve üst ôrtüde de devam eder. Yapısal amaçlı bu sadeliğe karŞılık, yapının kuzeybatı kôŞesinde yer alan minarede kesme tuğla ile yapılan geometrik düzenlemelerin çeŞitlemeleri aŞağıdan yukarıya doğru sıralanan geniŞ bantlar içerisine yerleŞtirilmiŞtir. eŞitlilik, üretim ve uygulama teknikleri ve ôzgünlük açısından Anadolu mimarisinde tek olan ve herhangi bir ôrneğe dayanmayan bu geometrik düzenlemeler, daha sonraki tuğla minarelerde de tekrarlanmamıŞtır.21 Harput ve Cizre Ulu Camilerini XIII. yüzyıl baŞında izleyen, 1205 onarım tarihli Kayseri, 1212-1213 tarihli Sivas ve 1213 tarihli AkŞehir Ulu Camilerinde yapı kütleleri kesme ya da moloz taŞ inŞaattır; tuğla sadece minarenin yapı malzemesidir.22
İyi kalite taŞın yakın çevredeki taŞ ocaklarından kolaylıkla taŞınabildiği Anadolu‟daki birçok kent için bu doğal bir uygulama yôntemidir ki, 1230 tarihli Alanya AkŞebe Sultan Mescidi, 1220-35 tarihli Bayburt Ulu Camii, 1258 tarihli Konya Sahip Ata Camii ve XIII. yüzyılın son çeyreğinde inŞa edilen 1245
Ankara Arslanhane Camii de taŞ yapı yanında tuğla minarenin yükseldiği, daha geç tarihli birkaç ôrnek olarak yukarıdakilere eklenebilir.23 Bu cami ve mescitlerde, taŞ yapı yanında tuğla minarenin yer alması, ilk ôrneklerde belki de bani, mimar ve sanatçıların ôzel beğenisine ve seçimine bağlıdır; ancak zaman içerisinde sürekli yinelenerek yerleŞmiŞ bir uygulamaya dônüŞtüğü gôrülmektedir. Bôylece baŞlangıçta değiŞim olarak değerlendirilen bir uygulama, sürekli yinelendiği zaman yeni bir geleneğe dônüŞmektedir.
Büyük ôlçekli yapılar için diğer bir seçenek ise, ilk olarak Harput Ulu Camii‟nde rastlanan ve beden duvarlarında taŞ, geçiŞ ve üst ôrtüde tuğla kullanılan yapı sistemidir. Bu uygulama, XIII. yüzyıl içerisinde Camilerin yanı sıra Medrese ve DarüŞŞifa yapılarında da benimsenmiŞtir.
Tarih-dizin sırası ile, yüzyılın ilk yarısında 1217-1220 tarihleri arasında İzzeddin Keykavus tarafından Sivas‟ta inŞa ettirilen Keykavus DarüŞŞifası, Isparta/Atabey‟de, Mubarizüddin ErtokuŞ tarafından 1224 yılında yaptırılan ErtokuŞ Medresesi, 1224 tarihinde inŞa edilen, 1247 ve 1274 tarihlerinde kapsamlı onarımlar geçiren Malatya Ulu Camii, Konya‟da 1242-1243 tarihinde, II. Giyaseddin Keyhüsrev Dônemi‟nde Bedrettin Müslih tarafından yaptırılan Sırçalı Medrese, AkŞehir‟de Selçuklu Veziri Sahip Ata Fahrettin Ali tarafından 1250 tarihinde yaptırılan TaŞ Medrese, yüzyılın ikinci yarısından da, Konya‟da yine Sahip Ata Fahrettin Ali tarafından 1264 yılında yaptırılan İnce Minareli Medrese, 1266-67 arasına tarihlenebilecek Amasya Gôk Medrese Camii, Sivas‟ta her ikisi de 1271‟de inŞa edilen, ilki Sahip Ata Fahrettin Ali tarafından yaptırılan Gôk Medrese, ikincisi İlhanlılardan Muzaffereddin Barucirdi tarafından inŞa ettirilen Baruciye ya da Buruciye Medreseleri, son olarak da yine Konya‟da Vezir Sahip Ata Fahrettin Ali tarafından 1258 yılında yaptırılan Sahip Ata Camii‟ne 1279-80‟de eklenen Türbe ve Hanikahı kesme veya moloz taŞ dıŞ yapıları ve tuğla kaplanan iç mekanları ile dônemin en belli baŞlı ve gôrkemli ôrnekleridir.24
Bu yapıların iç mekanlarında tuğla, Harput Ulu Camii gibi tek baŞına ve yatay istifli en sade ôrgü türleri ile veya çeŞitleme olanakları sunan yatay/düŞey istifli ôrgü türleri ya da tuğla ôrgüye çini birimlerin eklendiği ôrgü ile kullanılmıŞtır. Son seçenekte, derzlere yerleŞtirilen, ya da birim olarak ôrgünün parçası olan çiniler, çeŞitleme yanı sıra renk getiren katkıları ile Anadolu Selçuklu Dônemi yapılarında taŞın sade ve renksizliği ile vurgulanan dıŞ kütlelere renkli, hareketli iç mekanlar getirmiŞlerdir. Ancak, tuğla ôrgülere çini birimlerin eklenmesi, Orta İran bôlgesinde ôzellikle XIV. yüzyılda yoğunlaŞan ve tuğla yüzeyi tamaman ôrten bir kaplama yaratmaktadır. Burada çini, tuğlanın yanında ikinci bir eleman olarak yer almakta ve ôrgülerde bazı süsleme ôgelerini yaratmak ya da vurgulamak üzere kullanılmaktadır.
Süreklilik ve değiŞim teması ileriye ve geriye doğru irdelendiği zaman, yukarıda sôzü edilen ve kuŞkusuz bütün gôrüntüleri ile değiŞimi vurgulayan bu anıtsal yapılar yanında, tuğla geleneğini hiç denecek derecede veya çok az bir değiŞimle sürdüren, ancak küçük ve sade yapıları ile gôzden kaçabilecek mescitler, malzeme kullanımları ile daha çok sürekliliği vurgularken, plan ve kütleleri ile ileriye dônük yenilikler getirerek erken Osmanlı dônemine yaklaŞmaktadır.
XIII. yüzyılda, en çok Konya, daha sonra AkŞehir, Aksaray gibi Orta Anadolu bôlgesi kentlerinde inŞa edilen bu küçük ôlçekli, çoğu tek mekanlı mescitlerde taŞ temeller üzerinde beden duvarlarının, geçiŞ ve üst ôrtünün, dıŞta ve içte bütünüyle tuğladan inŞa edildiği veya temellerin yanı sıra alt yapının belirli bir yüksekliğinden baŞlayarak üst ôrtü ile birlikte tuğladan inŞa edildiği gôrülmektedir. Bunlar, 1246
Konya‟da 1213-19 tarihli BaŞarabey, 1220 tarihli iekerfuruŞ, XIII. yüzyılın ilk yarısına tarihlenen İç Karaaslan ve Zemburi Mescitleri; AkŞehir‟de 1223 tarihli Altın Kalem, 1224 tarihli FerruhŞah, 1226-27 tarihli Güdük Minare Mescitleri; Alanya‟da 1230 tarihli AkŞebe Sultan Mescidi ile Aksaray‟da XIII. yüzyılın baŞına tarihlenen Cıncıklı Mescit gibi çoğunluğu, yüzyılın ilk yarısında inŞa edilen yapılardır. Harput‟ta, 1279-80 tarihli Alaca Mescit ile Tokat‟ta 1300 tarihli Alaca Mescit, coğrafi konumları ve daha geç tarihleri ile zaman ve mekan içerisindeki yayılmaya tanıklık ederken, Konya‟da yüzyılın son çeyreğinden Sahip Ata (Tahir ile Zühre), Sakahane ve Beyhekim Mescitleri de yine geç tarihleri ile dônemin son ôrnekleri olur.
Yukarıda isimleri sıralanan anıtsal cami ve medreseler ile daha küçük ôlçekli türbe ve mescitlerin ortak ôzellikleri için aŞağıdaki genelleme yapılabilir: Selçuklu ôncesi ve Selçuklu Dônemi Anadolu mimarisinde tuğlanın bazen salt yapısal amaç için tek baŞına ya da taŞ ile birlikte kullanıldığını, bazen de yapım sürecinde süsleme olanaklarından da yararlanıldığını ve hatta süsleme olanaklarının kuvvetli vurgulandığını izlemek olasıdır. „rneğin, tuğla XIII. yüzyıl yapısı birçok küçük mescidin beden duvarlarının inŞaatında salt yapısal malzeme iken, aynı mescitlerin iç mekanlarında, üst ôrtülerinde veya minarelerinde hem yapı hem süsleme malzemesi olmaktadır. Diğer taraftan, taŞtan inŞa edilen bazı yapıların yine iç mekanlarında ve üst ôrtülerinde veya minarelerinde tuğlanın süsleme olanaklarını sergiler türde bir kullanıma rastlanmaktadır.
Sonuç
Yukarıda kümelenen yapılar, tuğladan taŞa geçiŞin olduğu kadar malzemede çeŞitliliğin benimsendiği ôncülerdir. Buna karŞılık, bu yapılarla çağdaŞ, ancak Niğde, Kayseri ve Erzurum gibi kaliteli taŞa kolaylıkla eriŞilen bôlgelerde veya han ve kervansaraylar gibi büyük programlı, buna ek olarak sağlamlık ve kalıcılığın ôncelikli olduğu yapı türlerinde taŞ, tek yapı malzemesi olarak ortaya çıkmaktadır. TaŞın ône çıkmasına değiŞimin son aŞaması olarak bakılabilir. Coğrafi bôlgenin malzeme olanakları, yapı türünün ve yapı kurgusunun sağlam ya da hafif malzeme gerektiren ôzellikleri ve bunlara ek olarak bani, mimar ve sanatçıların beğeni ve seçimleri ile Şekillenen geliŞmeler, Selçuklu Dônemi Anadolu mimarisinde yeni arayıŞ ve denemelerin yerini ve ônemini tanımlamaktadır.
Ancak, bu aŞamalar, tarih-dizin sırası ile birbirini izleyen geliŞmeler değildir. Bôlgesel farklar veya yapıldıkları dônemde çok daha ônemli ve etkili olabilecek, ancak bugünkü verilerle tamamının anlaŞılması zor olan nedenlerle, aynı tarihlerde inŞa edilen yapılarda üç farklı yaklaŞım saptamak olasıdır. iôyle ki, XII. yüzyılın ikinci yarısında Kayseri/PınarbaŞı‟da bütünü tuğladan inŞa edilen Melik Gazi Türbesi‟nde ve aynı ôzelliklerdeki Kemah Mengücek Gazi Türbesi‟nde tuğla, Selçukluların Anadolu‟ya gelmeden ônce bulundukları kültür or
tamının mimarisinden beslenen “geleneksel” bir kullanım sunarken, 1155-65 yılları arasına tarihlenen Harput Ulu Camii‟nde yapı malzemesi olarak taŞ ve tuğla, bir ikili oluŞturmakta ve yapının kendilerine ayrılan bôlümlerinde, taŞ, sağlamlık gerektiren alt yapıda; tuğla, hafiflik gerektiren geçiŞ ve üst ôrtüde yer almaktadır. İki malzemenin yapıdaki uyumlu dağılımının, Selçukluların Anadolu‟ya gelmeden ônce bulundukları kültür ortamının mimarisinden çok Anadolu‟nun yerel mimarisi ile beslenen, bir “değiŞim” getirdiği düŞünülebilir. Halbuki yine aynı dônemden, Sivas/Divriği‟de 1180 tarihinde inŞa edilen Divriği Kale Camii taŞın tek baŞına yapı malzemesi haline geldiği son aŞamayı, 1247
sentezi erken bir tarihte sunarak hepsinin ônüne geçmektedir. Burada tuğla yoktur; yapının tümü taŞtan inŞa edilmiŞtir; ancak taŞın kullanımda ilginç bir tuğla ôzentisi seçilmektedir. iôyle ki, taçkapının kemer kôŞeliklerinde taŞ, boyut ve biçim olarak, tuğla gibi hazırlanmıŞ ve tuğla ôrgülerini anımsatan bir düzenle istiflenmiŞtir. Taçkapının çerçevesinde ve kemer alınlığında kalın iki bant içerisinde yer alan, taŞa oyulmuŞ geometrik ôrgü düzenlemeleri de kesme tuğla birimler ile gerçekleŞtirilen geometrik düzenlemelerin yalnız benzeri değil, onların taŞa aktarılmıŞ bir tekrarıdır.25
Orta İran bôlgesinde Isfahan ve Ardistan Mescid-i Cumalarında, Azerbaycan bôlgesinde de Nahçıvan‟da XII. yüzyıl sonlarında Yusuf bin Kuseyr ve Mümine Hatun Türbelerinde kesme tuğla ile uygulanmıŞ olan geometrik ôrgü düzenlemeleri Divriği Kale Camii‟nde taŞta yorumlanmıŞ tek ôrnek değildir. XII. yüzyıl sonuna ve XIII. yüzyıl baŞına tarihlenen diğer bazı yapıların taçkapıları ve mihrap çerçevelerinde çerçeveyi oluŞturan bantlar içerisinde benzer düzenlemeler yinelenmiŞtir. „rneğin, Kayseri‟de 1205 tarihli Gevher Nesibe Sultan DarüŞŞifası ve Niğde‟de 1223 tarihli Alaaddin Camii‟nin taçkapılarında taŞa aktarılmıŞ olarak yinelenmektedir. Dolayısıyla tuğladan taŞa geçiŞ, yapıların yalnız kütlelerinde değil, mimari süslemelerinde de gerçekleŞmektedir.26
Tuğla birimlerin niteliklerine uygun olarak Şekillenen geometrik ôrgü düzenlemelerinin taŞa aktarılması, XIII. yüzyıl baŞında inŞa edilen birçok yapının taçkapılarında kendini gôsterir. Bu erken ôrneklerin basit geçmeleri yüzyıl içerisinde geliŞtirilerek girift ôrgülere dônüŞecek ve yine Anadolu Selçuklu Dônemi‟nin anıtsal taçkapılarını süsleyecektir. Ancak buna genel bir kural olarak bakmak da yanlıŞ olur. ünkü 1217-1220 arasında inŞa edilen Sivas Keykavus DarüŞŞifası‟nda mimari süslemenin en ônemli ôgesi olan geometrik geçmeler, taŞa oyulmuŞ olarak taçkapıda yer alırken, aynı yapının türbe kasnağında bu geçmeler yine tuğla ile Şekillenmektedir.
Dolayısıyla baŞlangıçta da belirtildiği gibi yapı malzemesi olarak taŞın birinci sırada geldiği „n Beylikler ve Selçuklu Dônemleri Anadolu mimarisinde tuğla için “seçici” bir kullanımdan sôz etmek olasıdır. Bu seçimde coğrafi bôlge ve yapı türünün etkilerinin yanı sıra bani, mimar ve sanatçıların beğenisi ve yaratmak istedikleri eseri nasıl gôrmek istediklerinin ônemli vurgusu olduğu düŞünülebilir.




















DİPNOTLAR
1 Bu konu için çok çeŞitli kaynak vermek olasıdır, ancak en ayrıntılı bilgi için aŞağıdaki kaynağa bkz.: İ. KAFESOĞLU, “Selçuklular”, İslam Ansiklopedisi, cüz. 105, İstanbul, 1965, s. 320-416.
2 ARIK, O., “The Culture of the Seljuk and Ottoman Periods”, Arts of Cappadocia, Geneva 1971, s. 35-37.
3 Bu ôrtücülüğün temelinde, tuğlanın doğal rengi, duvar yüzeylerinde tuğla birimlerinin sürekli yinelenmeleri ile ortaya çıkan yeknesaklık gibi estetik nedenler olabileceği gibi, piŞmiŞ tuğla yüzeylerin geçirgen yapısı nedeniyle rutubete karŞı koruyucu bir ônlem olabilir.
4 S. LLOYD, “Building in Brick and Stone”, History of Technology, (der. Singer, Holmyard, Hall), Oxford, 1954-56, s. 456.
5 A. U: POPE, (der. ), A Survey of Prsan Art and Architecture, Oxford, 1967, (Londra 1939), s. 916-18, 950-63, 981-89, 1267-68, “naked brick” ya da “exposed brick” style terimi baŞka yazarlarca da benimsenmiŞtir. 1248
6 Y.e. s. 946-48, 1268-69, Lev. 264, A, B, C; E. COHN-WIENER, Turan, İslamische Baukunst in Mittelasien, Berlin, 1930, Lev. I-III; L. REMPEL, “The Mausoleum of İsmail Samanid”, Bulletin of the American Institute for Persian Art and Archaeology, sayı: IV (1936), s. 198-209, iek. 1-7; O. GRABAR-D. HILL, Islamic Architecture and Its Decoration, London, 1965, s. 49, iek. 1-2.
7 O. GRABAR, “The Earliest Commemorative Structures”, Ars Orientalis, VI, Michigan, 1966, s. 19, no. 12. O. ASLANAPA, Türk Sanatı, I, İstanbul 1972, 2. 24, Lev. 38-40. .. BAKIRER, Selçuklu .ncesi ve Selçuklu Dônemi Anadolu Mimarisinde Tuğla Kullanımı, Ankara, 1981, cilt. 1. s. 6.
8 Metni uzatmamak için burada isimleri verilen yapılar için ayrı ayrı kaynak gôsterilmemiŞtir, aŞağıdaki yayınlarda sôzü edilen yapıların bazıları ya da hepsi için bilgi bulunabilecektir: A. U. POPE, y.e. a.y; M. CEZAR, Anadolu .ncesi Türklerde iehir ve Mimarlık, İstanbul 1977, s. 108-9, 114-48, 350-51; O. ASLANAPA, y. e. s. 19-37; .. BAKIRER, a.e., s. 5-15, bu çalıŞmamızda kaynaklar ayrıntılı olarak belirtilmiŞtir.
9 M. CEZAR, y.e., 234-38, 201-9, E. DIEZ, Churasanische B.udenkmaler, Berlin, 1918 cilt. I., s. 52-56. A. SCHRODER, “A Note on Sangbast”, Bulletin of the American Institute for Persian Art Archaeology, IV, 1936, s. 136-39. .. BAKIRER, y.e. a.y.
10 A. U. POPE, a.e. a.y.
11 Y.e., s. 970-72, 989; O. GRABAR, a.e., s. 22.
12 A. U. POPE, a.e., s. 951-52, 970-72, 989, 1022, 1291. A. GODARD, “Historiquè du Masjid-i Djuma d‟Isfahan”, Athar-é-Iran, II, 1937, s. 17-24, O. BAKIRER, a.e. a.y.
13 D. STRONACK-T. T. YOUNG, “Three Seljuk Tomb Towers”, Iran, IV, Londra, 1966, s. 1-6.
14 T. YAZAR, Nahçivan Mimarisi, (Hacettepe .n. Sosyal Bilimler Enstitüsü, basılmamıŞ Doktora tezi), Ankara, 1999, s. 136-181.
15 .. BAKIRER, a.e. a.y.
16 F. SARRE-E. HERZFELD, Arch.ologische Reise im Euphrat und Tigris Gebiet, Berlin 1912-20, II, s. 229, 314-18, M. CEZAR, a.e., s. 396, 404.
17 .. BAKIRER, a.e. a.y.
18 Y.e., s. 264-66, 235-242, 247-255.
19 Y.e., s. 245-46, 255-58; Z. BAYBURTLUOĞLU, “Niğde-Aksaray, Selime Kôyü türbesi”, .nasya, 6/65, Ankara 1970, s. 14, 15.
20 .. BAKIRER, a.e., s. 221.
21 Y.e., s. 222-225; .. BAKIRER, “Harput Ulu Camii Minaresi”, Bedrettin Cômert‟e Armağan, Hacettepe .niversitesi, ve BeŞeri İlimler Fakültesi, BeŞeri Bilimler Dergisi, .zel sayı, Ankara 1980, s. 375, 395.
22 .. BAKIRER, Selçuklu .ncesi ve Selçuklu Dônemi Anadolu Mimarisinde Tuğla Kullanımı, Ankara, 1981, cilt. 1. s. 259-261, 266-274.
23 Y.e., s. 348-49, 368-69, 407-09, 491-92., Malatya ve Aksaray‟da ait oldukları yapılar yıkıldıkları için halen tek baŞlarına ayakta duran tuğla minareler de kuŞkusuz aynı taŞ yapı, tuğla minare ikileminin ôrnekleridir. 1249
24 Y.e., s. 276-300, 316-35, 384-87, 390-91, 399-409, 427-35, 444-53, 467-68.
25 S. .GEL, Anadolu Selçuklularının TaŞ Tezyinatı, Ankara 1987 (1966), Res. 1.
26 .. BAKIRER, “Erken Dônem Mimari Süslemesinde Geometrik Düzen Denemesi”, VIII. Türk Tarih Kongresi, Ankara 1976, Bildiriler, Ankara 1981, s. 951-959.
KAYNAKLAR
ARIK, O., “The Culture of the Seljuk and Ottoman Periods”, Arts of Cappadocia, Geneva: Nagel, 1971, s. 35-37.
ARIK, O., “BaŞlangıç Dônemi Anadolu Türk Mimari Tezyinatının Karakteri”, Malazgirt Armağanı, TTK, Ankara 1972, s. 173-77.
ASLANAPA, O., Türk Sanatı, I, İstanbul 1972.
BAKIRER, .., “Harput Ulu Camii Minaresi”, Bedrettin Cômert‟e Armağan, Hacettepe .niversitesi ve BeŞeri İlimler Fakültesi, BeŞeri Bilimler Dergisi, .zel sayı, Ankara 1980, s. 375-395.
BAKIRER, .., Selçuklu .ncesi ve Selçuklu Dônemi Anadolu Mimarisinde Tuğla Kullanımı, 2 cilt, Ankara 1981.
BAKIRER, .., “Erken Dônem Mimari Süslemesinde Geometrik Düzen Denemesi”, VIII. Türk Tarih Kongresi, Ankara 1976, Bildiriler, Ankara 1981, s. 951-959.
BAKIRER, .., “Geometric Aspects of Brickbonds and Brick Revetments in Islamic Architecture”, International Congress on Islamic Architecture and Urbanism, King Faisal University, Dammam, Jan. 1980, Proceedings (ed. A. Germen), Dammam King Faisal University, 1983, s. 87-120.
.. BAKIRER, “Anadolu Mimarisinde TaŞ ve Tuğla İŞçiliği” BaŞlangıcından Bugüne Türk Sanatı, Ankara 1993, s. 266-68.
.. BAKIRER, “Anadolu Selçuklu Mimarisinde Yapı Malzemeleri”, IV. Milli Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Semineri Bildirileri, 25-26 Nisan, 1994, Konya 1995, s. 173.
BAYBURTLUOĞLU, Z., “Niğde-Aksaray Selimekôyü Türbesi”, .nasya, sayı 6, Ankara 1971, s. 65-66.
CEZAR, M., Anadolu .ncesi Türklerde iehir ve Mimarlık, İstanbul 1977.
COHN-WIENER, E., Turan, İslamische Baukunst in Mittelasien, Berlin, 1930.
DIEZ, E., Churasanische B.udenkmaler, 2. cilt, Berlin 1918.
DURUKAN, A., “Selimede‟ki Türbe ve Anadolu Türk Sanatı‟ndaki Yeri”, Bedrettin Cômert‟e Armağan, Hacettepe .niversitesi, Sosyal ve İdari Bilimler Fakültesi, BeŞeri Bilimler Dergisi, .zel Sayı, Ankara 1980, s. 413.
GRABAR, O. -HILL, D., Islamic Architecture and Its Decoration, London 1965.
GRABAR, O., “The Earliest Commemorative Structures”, Ars Orientalis, VI, Michigan, 1966, s. 7-47.
KUBAN, D., “Orta ağ Anadolu Türk Sanatı Kavramı .zerine”, Malazgirt Armağanı, TTK, Ankara 1972, s. 103-17. 1250
LLOYD, S., “Building in Brick and Stone”, History of Technology, (der. Singer, Holmyard, Hall), Oxford 1954-56, s. 456.
.GEL, S., “Orta ağ erçevesinde Anadolu Selçuklu Sanatı”, Malazgirt Armağanı, TTK, Ankara 1972, s. 131-38.
POPE, A. U., (der. ), A Survey of Prsan Art and Architecture, Oxford, 1967, (Londra 1939).
L. REMPEL, “The Mausoleum of İsmail Samanid”, Buletin of the American Institute for Persian Art and Archaeology, sayı: IV (1936), s. 198-209, iek. 1-7.
SARRE, F., -HERZFELD, E., Arch.ologische Reise im Euphrat und Tigris Gebiet, 2. cilt, Berlin 1912-1920.
SCHRODER, A., “A Note on Sangbast”, Bulletin of the American Institute for Persian Art Archaeology, IV, 1936, s. 136-39.
STRONACK, D., -T. T. YOUNG Jr., “Three Seljuk Tomb Towers”, Iran, IV, London 1966, p. 1-20.
SEHER-THOSS, S., -SEHER-THOSS, H., Design and Colour in Islamic Architecture, Washington, D. C., 1968.

YAZAR, T., Nahçivan Mimarisi, (Hacettepe .n. Sosyal Bilimler Enstitüsü, basılmamıŞ Doktora tezi), Ankara 1999.